Avrupa Birliği uluslararası siyasi ve iktisadi iş birliği örgütüdür. Barışın sağlanması ve Avrupa ülkeleri arasında ekonomik bir iş birliğinin kurulması amacıyla Almanya, Belçika, Fransa, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg tarafından 1951 yılında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğunu kuran Paris Antlaşması ile 1957 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğunu ve Avrupa Atom Enerjisi Topluluğunu kuran Roma Antlaşmaları imzalandı. Kuruluş yıllarında 6 üyeden oluşan Avrupa Toplulukları, yeni üyelerin katılımı sonucu 28 üyeden oluşan bir Birlik halini almıştır. Bugün itibariyle Avrupa Birliği (AB)'nin üyeleri Almanya, Avusturya, Belçika, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Hırvatistan, Hollanda, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İtalya, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Malta, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya ve Yunanistan'dır. Mevcut durumda Türkiye dışında AB üyeliğine aday olan 4 ülke bulunmaktadır: Makedonya, Karadağ, Sırbistan ve Arnavutluk.

Türkiye 1959 yılında AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu-European Economic Community-EEC) olarak bilindiği dönemde üyelik başvurusunda bulunmuştur.1963 yılında AET ile Ankara Antlaşması imzalanmış ve birliğe üyelik için süreç resmen başlatılmıştır. Anlaşma, Türkiye’nin kurulacak bir Gümrük Birliği vasıtasıyla AB Ortak Pazarına kademeli olarak girişi için üç aşamadan geçmesini öngörmektedir. Bunlar; Hazırlık (1964 – 1970) , Geçiş (1973 – 1995) ✓ Nihai Aşama (1996’dan tam ekonomik entegrasyona kadar). Türkiye’nin tam üyelik sürecini hızlandırması açısından önemli bir adım kabul edilen Gümrük Birliği 1970 protokolünde öncelikli bir adım olarak ele alınmıştır.

O dönemde AB'nin üyelik için belirlediği çok sayıda ekonomik, siyasi ve hukuki kriter vardı. Türkiye'nin bu kriterlere 1980 darbesinden sonra tam olarak uyum sağlamadığı düşünüldüğü için ilişkiler fiilen askıya alınmıştı. Türkiye'nin de 80'lerde ilişkileri yeniden canlandırma çabalarında önemli bir ilerleme kaydedilmedi. Şaşırtıcı bir şekilde, Türkiye, ortaklık sürecinden bağımsız olarak, 1987'de Avrupa Topluluğu'na tam üyelik başvurusunda bulundu. Ancak, bu başvuru Avrupa Topluluğu tarafından hoş karşılanmadı.

90'larda, Türkiye-AB ilişkileri ortak üyelik süreciyle yeniden canlandırıldı. Türkiye ile AB arasında bir gümrük birliği başlatma çabaları 1992'den 1995'e kadar sürdü. Bununla birlikte, 1995 yılında Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği anlaşması imzalandı. Bu, iki taraf arasındaki ticaretin serbestleşmesini ve Türkiye’nin AB iç piyasasına daha fazla entegre olmasını sağladı. Bu, Ankara Anlaşması sürecinin son aşaması olan "son aşama"nın başlangıcıydı.

Türkiye, Gümrük Birliği'ni AB'nin tam üyesi olma yolunda bir köprü olarak görürken, Avrupa Birliği Gümrük Birliği'ni Türkiye'yi oyalamak ve Türkiye'yi tam üyelik sürecinden çıkarmak için kullanmayı planladı. 12-13 Aralık 1997'deki Lüksemburg Zirvesi'nde, tam üyelik için on yıl başvuruda bulunduktan sonra, tamamlanmış başvuru alındıktan sonra Türkiye'nin tam üyeliği reddedildi.

Avrupa Birliği, Türkiye'nin ekonomik yapısı ve daha da önemlisi insan haklarına saygı göstermemesi nedeniyle tam üyelik müzakerelerine başlamaya yeterince hazır olmadığını düşündü. Ancak Türkiye daha sonra AB ile siyasi ilişkilerini tek taraflı olarak askıya aldı ve Londra ve Cardiff'teki toplantılara katılmadı.

10-11 Aralık 1999'daki Helsinki Zirvesi'nde AB, Türkiye'ye ve benzer konumdaki diğer aday ülkelere aday statüsü verdi. Türkiye'nin aday statüsü 24 Mart 2001'de kabul edildikten sonra Katılım Ortaklığı Avrupa Toplulukları Resmî Gazetesi'nde yayımlandı.

Katılım Ortaklığı, Avrupa Komisyonu tarafından hazırlanan ve AB Bakanlar Konseyi tarafından onaylanan, söz konusu ülkenin belirli bir tarihe kadar Kopenhag kriterlerine uymasını sağlamak için kısa, orta ve uzun vadede uygulanması beklenen değişiklikleri kapsayan bir belgedir. Bu belge, 19 Mart 2001'de Türkiye hükümeti tarafından AB Müktesebatının Kabulüne İlişkin Ulusal Programların (NPAA) kabulünü, hükümetin aday ülkelerle Kopenhag kriterlerine uyumu sağlamak için kısa, orta ve uzun vadede uyması beklenen yükümlülükler de dahil olmak üzere incelemektedir.

İsveç'te Trump'ın Filistinlileri zorla yerinden etme planı protesto edildi İsveç'te Trump'ın Filistinlileri zorla yerinden etme planı protesto edildi

3 Kasım 2002'de yapılan genel seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidardaydı ve iktidara gelen AKP’nin en önemli dış politika unsurlarından biri AB ile ilişkilerin geliştirilmesidir. AKP’nin 2002 seçim beyannamesine göre, AB ile ilişkiler ve tam üyelik Türkiye’nin modernleşmesi ve çağdaş medeniyet seviyesine yükselmesi için gerekli görülmektedir. Ayrıca, AB katılım süreci Türkiye’nin hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan hakları ve azınlık haklarının güçlendirilmesi gibi alanlarda gelişmesine yardımcı olmuştur. Bu nedenle, AB’ye tam üyelik süreci Türkiye’nin kalkınması için elzem görülmüştür

AKP, ilk döneminde AB'nin tam üyelik sürecini hem iç hem de dış politikada destek ve meşruiyet elde etmek için bir araç olarak kullanmıştır Ancak AB katılım sürecinin Türk demokrasisinin güçlendirilmesi ve askeri-sivil ilişkiler, azınlık hakları ve insan hakları gibi AB değerleri açısından önemli olan sorunların çözülmesiyle mümkün olacağı vurgulanmıştır.AKP aynı zamanda Türkiye'nin AB'ye tam üye olarak katılımının AB ile bölgesindeki ülkeler arasında bir köprü olacağını savunmuştur. Bu düşüncenin mantığı, AB'nin küresel bir güç olmak istiyorsa Türkiye'yi tam üye olarak kabul etmesi fikrinde görülebilir. Bu nedenle AB ile ilişkiler AKP'nin ilk döneminde öncelikli konulardan biri olmuştur

2000'li yılların ilk dönemi Türkiye-AB ilişkilerinin altın yıllarıydı. Türkiye ve AB ile katılım müzakereleri 3 Ekim 2005'te başladı ve Türkiye, 2004'te AB üyesi olan 10 ülkeyle ilişkileri uyumlu hale getirmek için Ek Protokol'ü (AP) imzaladı. Güney Kıbrıs bu ülkeler arasındaydı. Daha sonra Türkiye, AP'yi imzalamasının Kıbrıs'ın tanınması anlamına gelmediğini belirtti, bu durum önemlidir çünkü AB Türkiye'nin ülkeyi tanımasını ve limanlarını ve havaalanlarını Kıbrıs'a açmasını istiyordu. Buna karşılık AB, Gümrük Birliği'nin Güney Kıbrıs'ta (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) uygulanmamasının müzakerelerin askıya alınmasıyla sonuçlanacağını açıkladı. Dahası AB, Türkiye'nin bu sorunu Kasım 2006'ya kadar çözmesini talep etti. Ancak Türkiye, AB açısından sorunu çözmek için hiçbir şey yapmadı. Özellikle AB'nin önceki katılım müzakereleri sırasında diğer aday ülkelere karşı böyle bir tavrı yoktu. Bu nedenle AB-Türkiye ilişkileri beklentilerin aksine bu dönemde donma noktasına geldi.

Avrupa Komisyonu'nun Kasım 2006'daki tavsiyesi üzerine AB Bakanlar Konseyi sekiz fasıldaki müzakereleri askıya alma kararı aldı. Avrupa Birliği içindeki Almanya, Fransa, Hollanda ve Avusturya gibi bazı ülkeler, Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasını istemiyorlar, çünkü Türkiye'nin üyeliğiyle karar alma mekanizmasının zarar göreceğini düşünüyorlar. Ancak, Türkiye, AB'den çıkışta mevcut ekonomik ve politik ilişkileri kabul edilemez olarak görüyor. Bu nedenle AB, Türkiye'yi Birliğin karar alma mekanizmasına dahil etmeden ilişkilerini sürdürüyor ve alternatif yollar aramaya çalışıyor.

Belirli başlıkların müzakereleri uzun süre askıya alındıktan sonra, Türkiye-AB ilişkilerinde belirgin bir ilerleme kaydedilemedi. Ayrıca, Fransa beş başlığı, Güney Kıbrıs ise altı başlığı bireysel olarak bloke etti. Fransa ve Güney Kıbrıs'ın olumsuz tutumları müzakerelerin bloke edilmesine neden oldu. Kıbrıs sorununun yanı sıra, 2010 yılında Tunus'ta başlayıp hızla Ortadoğu ve Afrika ülkelerine yayılan Arap Baharı, Türkiye'nin AB üyeliğini zorlaştırdı, çünkü Türkiye'nin güney bölgesi istikrarsızlaştı. Bu durumda, Türkiye'nin AB'ye katılımı, özellikle düzensiz göç, organize suç, terörizm vb. ile AB'nin güvenliğine yönelik riskleri artıracaktı bu yüzden Türkiye ile ilişkiler ikinci plana atıldı.

Türkiye-AB Pozitif Gündem Geliştirildi ve  AB-Türkiye Enerji İşbirliği belgesi kabul edildi. Pozitif Gündem'den sonra AB ile Türkiye arasındaki müzakere sürecinde bir hareketlenme başladı. 30 Haziran 2010'da Gıda Güvenliği ve Veterinerlik faslının açılmasının ardından yeni bir fasıl açıldı. Bu fasılda Türkiye'nin Birliğin açılmasıyla ilişkilerinde bir canlanma bekleniyordu. Ancak Türkiye, 16 Aralık 2013'te Birliğin vizeyi kaldırmak için hazırladığı yol haritasını onayladı ve geri kabul anlaşmasını imzaladı. Üç veya üç buçuk yıl içinde Türk vatandaşlarının bu anlaşmalarla otomatik olarak vize serbestisi alacağı yönünde yanlış bir algı oluştu. Ancak, vize uygulamasının kaldırılması geri kabul anlaşmasının yükümlülüklerine ve yol haritasına bağlıydı. Müzakere süreci ciddi şekilde sekteye uğradı ve 2016'dan sonra yeni bir fasıl açılmadı.

Türkiye, 15 Temmuz 2016'da terör örgütü FETÖ adına bir grup asker tarafından gerçekleştirilen darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. Türkiye, darbe girişimi nedeniyle zor zamanlar geçirdi ve başlangıçta Rusya ve AB'den destek aldı. Türkiye’ye göre AB, darbe girişimine yeterli ilgiyi göstermedi; Girişimi tamamen kınamadı ve Türkiye'nin seçilmiş yetkililerine desteğini yeterince açıklamadı

Bu durumda, Türkiye ve AB ilişkileri bir güven krizi yaşadı. Benzer şekilde, Avrupa Komisyonu'nun darbe girişimini kınadığı ve Türkiye'deki tüm demokratik kurumları desteklediği söylendi. Öte yandan Avrupa Komisyonu, 9 Kasım 2016'da Türkiye'nin olağan ilerleme raporunu yayınladı.15 Temmuz'da Türkiye'de gerçekleşen darbe girişimini kınadı ve rapor ülkedeki demokratik kurumlar tarafından desteklendi. Ancak darbe girişiminin ardından alınan önlemler, AB'nin hukuk devleti ve temel hak ve özgürlükleri nedeniyle Türkiye ciddi şekilde uyarıldı çünkü darbe girişiminin ardından alınan önlemlerin yasaya ve anayasal düzene aykırı olduğu tespit edildi. Böyle bir durumda AB hem önemli müttefikini hem de Orta Doğu gibi istikrarsız bölgelere karşı tampon ülkeyi kaybedecekti.

24 Kasım 2016'da Avrupa Parlamentosu'nda, AB yetkililerinin AB değerlerine uygun açıklamalarında öngörülen Türkiye'nin İlerleme Raporu'nun Avrupa Parlamentosu'na (AP) göre, Türk hükümeti olağanüstü hallerde orantısız önlemlere başvurmuştur.Parlamento'ya göre, alınan önlemler Türkiye'de çok sayıda tutuklama, gözaltı ve ihraçlar çerçevesinde gerçekleşmiş ve ölüm cezası, etkili bir yanıtın getirilmesi konusunda yeniden tartışılmaya başlanmıştır. Parlamento, tüm önlemlerin Avrupa değerlerine aykırı olduğunu belirterek, Türkiye ile üyelik müzakerelerinin geçici olarak askıya alınmasını tavsiye etmeye kararlıydı. Bu karardan sonra Türkiye'de, Türkiye'nin Şanghay İşbirliği Örgütü'ne üye olacağı yönünde bir tartışma başlamıştır.

Başka bir deyişle, her iki taraf da siyasi sorunları olsa bile ilişkilerini sürdürmek ve bu süreci ekonomik olarak geliştirmek için çaba sarf etti.Tüm bu gelişmeler yaşanırken, Avrupa Komisyonu 8 Aralık 2016'da AB-Türkiye Deklarasyonu'nun dördüncü raporunu yayınladı. Raporun uygulanmasıyla ilgili zorluklara rağmen, Avrupa Komisyonu sürecin önemli ölçüde ilerlediğini ve Ege Denizi'ni yasadışı olarak geçmeye çalışanların sayısının önemli ölçüde azaldığını kaydetti. 13 Aralık 2016'da AB Dışişleri Bakanları toplantısında, Avrupa Parlamentosu ve Avusturya'nın Türkiye ile müzakereleri durdurma talepleri reddedildi. Toplantıda, Türkiye ile yakın ilişkiler kurulması gerektiği belirtilirken, Türkiye ile katılım müzakerelerinin dondurulması kararı reddedildi, ancak müzakere sürecinde yeni bir fasıl açılmaması kararlaştırıldı.

Önümüzdeki yıllarda Türkiye'nin AB'ye katılmasının daha da zorlaşabileceği görülse de Türkiye, tam üyelik fikrini bir kenara bırakarak kendisi için en iyi modeli seçmek zorunda, çünkü tam üyelik fikrini bir kenara bırakmak daha yararlı olacaktır. Bu şekilde, Türkiye'nin AB üyesi olması nedeniyle Avrupa Birliği'nin örgütsel yapı ve uyum konusunda hiçbir sorunu olmayacaktır. Türkiye ayrıca AB ile daha yoğun ve daha geniş kapsamlı bir ilişki kuracaktır. Ancak Kıbrıs'a dayatmalardan kaçınacaktır. Böyle bir durumda her iki taraf da serbestçe hareket edecek ve ilişkiler daha kolay gelişecektir. Bu anlamda ilişkilerin nasıl şekilleneceği ve nasıl üye olacakları, üye olup olmayacakları daha sonraki dönemlerde yeniden değerlendirilebilir. Ancak şu anda iki taraf da kendi çıkarlarına en uygun politikalara odaklanmalıdır. Böyle bir ortamda her iki taraf da iç sorunlarını çözebilecek ve daha sonraki dönemlerde daha esnek hareket etmelerini sağlayacaktır.

Rabia Nur UYKUR

Editör: Haber Merkezi