Kamala Harris, ABD'nin 49. başkan yardımcısı olarak görev yapan ve aynı zamanda tarihindeki ilk kadın, ilk siyah ve ilk Asyalı-Amerikalı başkan yardımcısı olan bir liderdir. California Senatosu'nda ve California Eyalet Başsavcısı olarak önemli görevler üstlenmiştir. Politikaları, toplumsal eşitlik, adalet reformu, ekonomik fırsatlar, sağlık hizmetleri, iklim değişikliği ve göçmenlik gibi bir dizi önemli konuyu içermiştir. Demokrat Parti'nin bir üyesi olarak genellikle sol kanatta yer alır ve toplumcu, ilerici bir yaklaşımı benimser. Donald Trump ise 45. ABD Başkanı olarak 2017 ile 2021 yılları arasında görev yapmıştır. Başkanlık süresi, oldukça tartışmalı ve kutuplaşmış bir şekilde vurgulandı. Trump'ın politikaları, özellikle ekonomik, dış politika, göçmenlik, iç güvenlik ve sosyal sorunlar gibi alanlarda dikkat çekti. Amerika'nın çıkarlarını ön plana çıkaran, popülist ve ulusalcı bir yaklaşımı benimsedi. Başkanlık dönemindeki uygulamaları hem güçlü destekçi buldu hem de sert eleştiriye maruz kaldı. Cumhuriyetçi Parti'nin önde gelen isimlerinden biri ve daha sağcı olan Trump muhafazakâr bir politika izler.
Amerika Birleşik Devletleri, kapitalist bir ekonomi ve demokratik bir siyasi yapıya sahip bir federal cumhuriyettir. ABD, sosyal refah politikaları konusunda bazı devlet müdahalelerini içerir. Bu müdahaleler genellikle sağlık, eğitim, emeklilik ve yoksullukla mücadele gibi alanlarda görülür, ancak ABD'nin sosyalist bir yapıya sahip olmadığını da vurgulamayı unutmayalım. İşte bu perspektiften bu seçimi yorumlamak istersek politikaları genellikle korumacı, popülist ve ulusalcı bir çizgide şekillenmiş; ekonomik büyüme ve Amerikan çıkarlarını ön planda tutmuş, ancak göçmenlik, dış politika ve toplumsal eşitlik gibi konularda daha kısıtlayıcı ve sert politikalar izlemiş olan Trump ülke için en iyi tercih olarak görünüyor.
Peki gerçekten hangisi daha iyi bir tercih? Açıkça söylemeliyim ki Kamala Harris. ABD, ırksal ve etnik açıdan dünyanın en çeşitli toplumlarından birine sahiptir ve ülkenin bu nüfusu, yüzyıllar süren göç ile sağlanmaktadır. Harris, bu doğrultuda, ırkçılık, cinsiyet eşitsizliği ve sınıf farkları gibi sorunlarla mücadeleye odaklanmıştır. Trump ise göçmenlik konusunda sert bir yaklaşım sergilemiştir. Meksika Sınır Duvarı bu konuda Trump’ın en çok tartışılan politikalarından biri fakat Kongre’den gerekli finansmanı alamadığı için duvarın sadece bir kısmı yapıldı. Göçmen ailelerinin ayrılmasını içeren sıfır tolerans politikası uygulamak istedi ve yine büyük bir tepki aldı. Harris ise Trump yönetiminin sert göçmenlik politikalarına karşı çıktı. Göçmen ailelerin bir arada tutulması, DACA (Deferred Action for Childhood Arrivals) programının korunması ve sınırda insan hakları ihlallerine karşı önlemler alınması gerektiğini savundu.
Kamala Harris, dış politikada diplomasiyi, iş birliğini ve insan haklarını ön planda tutan politikalar olması gerektiğini vurguladı. Özellikle NATO, Birleşmiş Milletler ve diğer çok taraflı kuruluşlarla iş birliğini güçlendirmeyi hedefledi. Çin’in ekonomik ve stratejik büyümesi karşısında ABD’nin çıkarlarını korunması gerektiğini belirtmiş, aynı zamanda Rusya’nın siber saldırıları ve uluslararası güvenlik tehditlerine karşı sert bir duruş sergilemiştir. Trump ise Amerika'nın dış politikada daha yalnız ve ulusal çıkar odaklı bir yaklaşım benimsedi. NATO'yu eleştirdi ve Avrupa ülkeleri ABD’ye olan askeri bağımlılığını azaltmalı ve kendi savunma harcamalarını artırmasını belirtti. Çin’e karşı daha agresif bir ticaret politikası izledi. Orta Doğu'daki politikalarında 2017’de, İran ile yapılan nükleer anlaşmadan çekildi ve İran’a karşı daha sert yaptırımlar uygulamaya başladı. 2018'de, Kudüs’ü İsrail'in başkenti olarak tanıyan karar alarak, Ortadoğu’da önemli bir diplomatik adım attı. Genel olarak tavizkar ve başarıdan yoksun sert bir dış politika izledi.
İklim Değişikliği ve Çevre Politikaları konusu Harris’in tek hedefinin ekonomik büyüme ve dış politika olmadığını, reformist ve bilinçli bir siyasetçi olduğunu gösterdiği alanlardan biridir. Harris İklim değişikliğini bir ulusal güvenlik sorunu olarak kabul etmiş ve bu sorunla mücadelede aktif bir rol üstlenmiştir. Yeşil Yeni Anlaşmayı (Green New Deal) desteklemiştir. Amerika’nın karbon salınımlarını azaltmayı hedeflemiş ve Biden yönetiminde, ABD'nin Paris İklim Anlaşması'na yeniden katılması yönünde karar alınmıştır. Trump ise Paris İklim Anlaşması'ndan çekilme kararı almış ve fosil yakıt kullanımını teşvik eden politikalar izlemiştir. Ekonomik büyümeyi çevresel düzenlemelerin önünde tutmuştur.
Halkı en çok ilgilendiren ve bir topluluğun en önemli problemi olan sağlık politikalarında Harris, sağlık hizmetlerine erişimin artırılmasını ve daha kapsamlı bir sağlık sisteminin oluşturulmasını savundu. Sağlığı tüm Amerikalılar için erişilebilir hale getirmeyi amaçlayan Medicare for All (Herkes için Sağlık Sigortası) planını destekledi. Affordable Care Act (Obamacare)’in daha da güçlendirilmesi gerektiğini savunmuş ve düşük gelirli Amerikalıların sağlık sigortasına erişimini artırmayı hedeflemiştir. Trump ise sağlık sektöründeki önemli reformları genellikle Obamacare'in iptal edilmesi ve yerine daha serbest piyasa odaklı bir sistemin kurulması için çalıştı. Fakat bu alanda hiçbir yasa başarıyla sonuçlanmadı.
Son olarak sosyal adalet ve eşitlik konusunda bir kıyaslama yapacak olursak, Harris ceza adaleti sistemindeki eşitsizliklere karşı çıkmış ve polisiye reformları yapmayı hedeflemiştir. Polis şiddeti ve ırkçılığa karşı adil bir yaklaşım benimsemiş, aşırı güç kullanımının önlenmesini ve polis eğitiminde reform yapılmasını savunmuştur. 2021’de, George Floyd’un ölümünün ardından, polis reformunu hedefleyen George Floyd Adalet Yasası'nın geçmesi için çalışmalara katılmıştır. Trump ise Polis şiddeti ve toplumsal huzursuzluk karşısında sert bir "hukuk ve düzen" (law and order) yaklaşımı benimsemiştir. Protestolara karşı polis müdahalesini desteklemiş, ancak bu durum, ırkçılık ve polis şiddetine karşı daha fazla reform isteyen grupların eleştirilerine yol açmıştır.
Sonuç olarak, bu kadar eleştiriye maruz kalan ve başarısızlığa uğrayan 78 yaşındaki siyasetçi tekrardan ABD başkanı olarak seçildi. Bunun arkasında yatan birçok sebep elbette ki var ama en bariz olanı ABD, kapitalist bir ekonomi ve demokratik bir siyasal sistemle yönetilen bir ülke. Özel mülkiyetin, serbest piyasanın, girişimciliğin ve düşük devlet müdahalesinin merkezi olduğu bir sisteme sahip, hükümetin müdahalesi sınırlı, genellikle piyasa ekonomisinin işleyişine müdahale etmeden bazı sosyal hizmetler sunar ve altyapıyı sağlar her ne kadar başarısız olduğu aşikâr olsa da Donald Trump bunları sağlamaya daha elverişli politikalara sahip. Seçimin başta Orta Doğu ülkeleri için hayırlı olmasını temenni eder, politikalarını başarıyla sonuçlandırabileceği bir başkanlık süreci dilerim.