MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, Antalya'da gerçekleşen “Bir ve Birlikte Hilal'e Doğru Türkiye Toplantıları” kapsamında konuşma yaptı.

MHP'li Yalçın'ın açıklaması şu şekilde;

Muhterem Hazirun,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Kıymetli Basın Mensupları,

Genel Başkanımız Devlet Bahçeli’nin talimatları doğrultusunda başlattığımız “Bir ve Birlikte Hilale Doğru” toplantılarının Antalya bölümü dolayısıyla bir araya gelmiş bulunmaktayız.

29 Ekim’de Erzurum’dan başlayan üçlü bölgesel toplantılarımız, bugün itibarıyla 81 ilimiz için tamamlanmış olacaktır.

Toplantılar dolayısıyla, bölgemizde ve dünyada meydana gelen gelişmeler karşısında milletçe birlik ve bütünlüğümüzün güçlendirilmesi için MHP’nin üstlendiği işlev üzerinde durulmuştur.

Türkiye’nin meselelerine dair partimizin çözüm önerileri ve temel politikaları kamuoyuyla paylaşılmıştır.

Bildiğiniz üzere Türkiye, dünyanın en hareketli ve problemli coğrafyalarından birinde yer almaktadır.

Gerek kuzeyimizde ve güneyimizde yaşanan çatışma ve savaşlar, gerekse Ortadoğu ülkelerindeki iç karışıklıklar, bölgemizin geleceğini belirsizleştirmekle kalmamakta, Türkiye’nin de güvenlik ve esenliğini tehdit etmektedir.

Coğrafyamızın netameli ve karmaşık denklemi, Türkiye’nin her zaman müteyakkız ve her türlü ihtimale hazırlıklı olmasını elzem kılarken, ülkemize hayatî sorumluluklar da yüklemektedir.

Türkiye; binlerce yıldır tarihe yön veren atalarından tevarüs ettiği “büyük devlet” politikasını, egemen olduğu topraklarda yeni tecrübeler biriktirerek sürdürmektedir.

Türklerin; hayat sürdüğümüz bu son coğrafyadaki hükümranlığı, Selçuklu'dan beri vardır.

MHP olarak sıklıkla altını çizdiğimiz bin yıllık kardeşlik hukukunun temelleri de o dönemde atılmıştır.

Milletimizin üstün devlet ve yönetim anlayışının bir parçası olan bu hukukun kökleri, Anadolu’dan bir ulu çınar misali bütün Ortadoğu’ya uzanmıştır.

Kardeşlik hukukunun ve birlikte yaşama kültürünün manevi dinamikleri; sadece Ortadoğu’ya değil, üç kıtaya şekil ve ruh vermiştir.

Atalarımız, idareleri altında tuttukları toprakları yüzyıllarca adaletle, ferasetle, basiretle yönetmişlerdir.

Dedelerimiz; Türkiye’ye, bölgesel sorunların tespit ve teşhisiyle çözüm vasıtaları konusunda yol gösterecek büyük bir idari birikimi ve devlet tecrübesini miras olarak bırakmışlardır.

Türk dış politikası, diplomasisi, bu zengin mirastan beslenmektedir.

O bakımdan Türkiye’nin bölgedeki varlığı; hem bölge, hem de dünya barışı için bir güvencedir.

Türkiye, Türkler için son kaledir.

Türkiye; mazlumlar için bir melce olduğu kadar, zalimler için de caydırıcı bir güçtür.

Bölgenin de, ihtiyar dünyanın da; asırlarca yeryüzüne nizam vermiş, adalet ve barış dağıtmış Türk şuurunun bir kez daha uyanışına ihtiyacı vardır.

Coğrafyamız, müstevlilerin pençesine düşmüştür.

Bölge insanı ve hatta bütün insanlık, emperyalizmin kıskacında inlemektedir.

İnsanlık değerleri ayaklar altındadır.

Beşeriyetin geleceği, yok oluş tehlikesi karşısındadır.

Çılgın ve şuursuz bir emperyalist iştiha; bütün hayat umutlarını yutmak, bütün varlığımızı sindirmek maksadıyla olanca çirkinliğiyle ağzını açmış vaziyettedir.

Ancak çaresiz değiliz.

Korku, yeis ve nevmidi içinde hiç değiliz.

Bilakis ümitvarız.

“Ümit en sonra terk olunacak şeydir.” diyen büyük Türk milliyetçisi Hüseyin Nihal Atsız’ın mücadele düsturu, kulaklarımızda küpedir.

Ufuklar, 21. yüzyılı Türk asrına çevirmeye amade olan yeni bir bölgesel ve küresel aktörün doğuşuna gebedir.

Yeni bir Türk asrının şafağı sökmek üzeredir.

Yüzyıllarca Türk idaresi altında kalmış olan yanı başımızdaki Suriye’yi ve neredeyse bütün Ortadoğu’yu bugün bir iç savaş cehennemine çevirenlerin, bölgeye ve yerküreye yeniden barış getirmesi elbette muhaldir.

Aynı istilacı aktörlerin; yıktıkları şehir ve köyleri yeniden imar etmeleri; Filistin’i, Suriye’yi, Lübnan’ı yeniden ayağa kaldırmaları zaten beklenemez.

Müstevlilerin girdiği bir Afganistan, bir Irak hâlâ toparlanamamıştır.

Meseleye birazcık eğilmek bile, başta ABD ve Rusya olmak üzere coğrafyamızı ateşe atan küresel aktörlerin bir türlü durmayacağını, durmak istemediğini görmeye yeterlidir.

Bunların, barış ve istikrar gibi bir dertlerinin olmadığı da aşikârdır.

Bölgesel sulh ve sükûn, ancak Türkiye gibi yükselen bir gücün oyuna etkin surette dâhil olmasıyla sağlanabilecektir.

Şüphesiz Türkiye bu mukadder role hazırdır.

Bu doğrultuda öncelikle müessir bir diplomasi atağı başlatılmıştır.

Türkiye, çözüm için elini taşın altına koyacak bütün aktör ve unsurları, “Kazan kazan!” politikasıyla ortak sorumluluk almaya davet etmektedir.

Fakat ne İsa'ya ne Musa'ya yaranabilmektedir.

Türkiye’nin çağrı ve önerileri henüz beklenen karşılığı bulmuş değildir.

Türkiye, ABD’den sonra ikinci sıradaki ordusuyla devasa katkıda bulunduğu NATO’da bile üvey evlat muamelesi görmektedir.

Üstelik zaman zaman NATO üyesi ülkelerin düşmanca tutumuyla karşılaşmaktadır.

Bölgeyi ve dünyayı kaosa sürükleyen etkenlerden biri de, maalesef NATO’daki sözde müttefiklerimizin haris ve kıskanç tavırlarıdır.

Muhterem Hazirun,

Kurda sormuşlar: Boynun neden kalın? O da, “Kendi işimi kendim görürüm.” cevabını vermiş.

Bu atalar sözü, Türkiye’nin bölgesindeki ve hatta dünya yüzündeki durumunu pek güzel özetlemektedir.

Türkiye, bölgesinde ve yeryüzünde tam bir “YALNIZ KURT” vaziyetindedir.

Hıristiyan dünyasının düşman kardeşleri konumundaki ABD ve Rusya, söz konusu Türkiye olunca bölgede iş birliğine gidebilmekte, anlaşabilmektedir.

Mesela Suriye’de iki ülke kuvvetlerinin birbirinin ayağına basmadığı, birbirinin hegemonya alanını çiğnememeye özen gösterdiği müşahede edilmektedir.

Öyle ki iki hegemon taraf, Türkiye’nin lehine sahada bir gelişme meydana geldiğinde, kendi kontrollerindeki hava sahalarını birbirlerine açabilmektedir.

Her iki taraf, Suriye'de çıkarları gereği zaman zaman beraber hareket etmektedir.

İran bile kendi menfaatleri için Suriye’deki işgalci taraflardan biri veya ikisiyle el altından temas kurabilmektedir.

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat da Türkiye ve Suriye Millî Ordusu ile masaya oturmaktan imtina etmekte, PKK/YPG'yi, ABD’yi bize yeğlemektedir.

O hâlde Türkiye; kendi göbeğini kendi kesmek suretiyle bölgede ve dünyada mevcudiyetini sürdürmek, sınırlarının güvenliğini kendi imkânlarıyla temin etmek durumundadır.

Elbette diplomasi önemli bir çözüm arayışı yoludur.

Elbette barışçı seçeneklerden işe başlanmalıdır.

Ancak barışa giden yol da caydırıcı savaş kabiliyetini ve gücünü göstermekten, onu arkasına almaktan geçmektedir.

Rusya ve İran’la Suriye konusunda tesis edilen Astana süreci de, Türkiye’nin caydırıcı askerî gücünün eseridir.

Önümüzdeki dönemde Suriye krizinin ve ülkede iç savaşın sona erdirilmesine dönük atılacak adımların, Türkiyesiz başarı getirmeyeceği zamanla daha iyi anlaşılacaktır.

Nitekim Suriye’yi içine yuvarlandığı girift açmazdan kurtarma girişimleri kapsamında gerek küresel aktörlerin, gerekse bölge ülkelerinin yetkililerinden son günlerde gelen görüşme istekleri, Türkiyesiz adım atılamayacağının işareti olmuştur.

Bölgede atmosfer çok karanlık, içinden çıkılması zor bir kaos hâkim olsa da, zaman Türkiye’nin lehine işleyecektir.

Bölgede olup bitenleri kendi pencerelerinden değerlendiren ve tutumlarını çıkarlarına göre belirleyen aktörler, olumsuz tavırlarını gözden geçirmek zorunda kalacaklardır.

Türkiye ile zıtlaşmakta ısrarcı olanlar, ülkemizin tutarlı ve isabetli politikaları karşısında Ankara politikalarına uyum sağlamak zorunda kalacaklardır.

Özellikle Suriye krizinde çözüme giden bütün yollar Ankara’ya çıkmaktadır.

Son sözü, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunan Türkiye söyleyecektir.

Türkiye ile diyalog ve temastan ısrarla kaçınan Suriye rejimi de eninde sonunda bu gerçeği görecektir.

Türkiye’nin güney sınırlarında operasyonlar düzenleyerek kısmen istikrarı sağladığı bölgelerdeki huzur, dosta düşmana çok açık mesaj ve referans vermiştir.

Türkiye, sınırlarının hemen ötesindeki Suriye’nin parçalanmasına ve bu ülkenin toprakları üzerinde bir terör devleti kurulmasına asla müsaade etmeyecektir.

Türkiye, bölgede varlığını tehdit eden hiçbir kalıcı yapının tesisine izin vermeyecektir.

Güvenliğini ihlale yeltenenlere hayat hakkı tanımayacaktır.

Türkiye’nin kararlılığını anlamak istemeyenler, sahada olacaklar karşısında zamanla Ankara’nın çözüm önerilerine evet demeğe mecbur kalacaklardır.

Türkiye, bölgenin ve dünyanın en güçlü ordularından birine sahiptir.

Türk ordusu, tarih boyunca destanlar yazmış bir askerî kuvvettir.

İcabı hâlinde yine destanlar yazacaktır.

Egemenlik haklarımıza müdahale etmek, ayağımıza pranga vurmak isteyenler bertaraf edilecektir.

Bu muvacehede ülkemiz açısından elzem olan hususların başında, içerideki siyasi aktörlerin ortak hareket etmesi gelmektedir.

İçeride birlik ve bütünlüğün muhafazası, istikbalimiz ve istiklalimiz açısından hayatî önemdedir.

Genel Başkanımız Devlet Bahçeli’nin DEM’e dönük Türkiye partisi olma çağrısı, bütün siyasi aktörlere yönelik ağız ve tutum birliği etme daveti, işte bu bağlamda değerlendirilmelidir.

Bu adıma kulak verilmeli, bu çağrı ciddiye alınmalıdır.

Bu davet, yürekten desteklenmelidir.

Söz konusu Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü, milletimizin bekası ve devletimizin bütünlüğüyse ayrılık gayrılık olmamalıdır.

Ayrı baş çekilmemeli, bilakis baş başa verilmelidir.

Millî meselelerde siyasi bölünme, ihtilaf olmaz.

Tefrika, fitne olmaz.

Tarafgirlik olmaz.

MHP olarak bizim tarafımız, milletimizin yanı; çizgimiz, devletimizin safıdır.

MHP olarak günlerdir tekrarlıyoruz:

DEM parti meşru siyasi aktör olarak kalmak istiyorsa Türkiye partisi olmak zorundadır.

Türkiye’ye ittiba etmek, büyük toplumsal mutabakata uymak mecburiyetindedir.

Büyük aile fotoğrafına dâhil olmak zorundadır.

Türkiye'nin 21. yüzyılda lider ülke yolculuğunda tekerleği hızla dönmeye başlamıştır.

Tekerlek, asla emperyalizmin tümseğinde kalmayacaktır.

Bu coğrafyada dün Türk’ündü, bugün de Türk’ündür.

Yarın da Türk’ün olacaktır.

Şairin dediği gibi, sadece dün ve bugün değil, “Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebet bizimdir!”

Değerli Hazirun,

Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü, milletimizin bekası, Cumhuriyet’imizin temadisi hususunda DEM Parti’den daha büyük sorumluluk, CHP’ye düşmektedir.

Fakat MHP ezberlerini bozduğu için basmakalıp fikirlerle alil olan CHP ve onu destekleyen entelijansiya hem şaşkın, hem de peşinen retçidir.

MHP’li Sermet Atay: Antep halkı istiklal ve istikbali için kahramanlık destanı yazdı MHP’li Sermet Atay: Antep halkı istiklal ve istikbali için kahramanlık destanı yazdı

Herkes Mersin’e, CHP’yse tersine gitmektedir.

CHP yanlısı medya da şiddetli bir debiyle akan suyu tersine çevirme gayretindedir.

Sınırlarımızın güneyinde kan gövdeyi götürürken, CHP kendine suni gündem oluşturma çabasındadır.

İktidar hülyalarıyla meşgul olan CHP, gerçek hayattan kopmuş hâldedir.

CHP’nin başındaki Özgür Özel, hâlâ PKK ile iltisaklı belediye başkanını kurtarma derdindedir.

Özel; terörle mücadele eden devletin savcısına, hâkimine parmak sallamaktadır. Hukuk düzenini sağlamaya çalışan herkese sopa göstermektedir.

Özel; yalancı pehlivan, sahte kabadayı pozlarındadır.

Türk solunun genlerinde yaşayan hukuksuzluk, kavgacılık ve şiddet kültürü; Özgür Özel’in haşin ve şedit tavırlarından kamuoyuna aksetmektedir.

CHP’nin başı, hayli gergin ve hiddetlidir.

Öfkelidir.

Kaşı ayrı, gözü ayrı oynamaktadır.

Çünkü MHP, CHP’nin kurmaya çalıştığı oyunu sıkı hamlelerle bozmaktadır.

MHP, CHP’nin kimyasını bozmaktadır.

Oyun uşaklığına razı olduğu, zoraki aşkı DEM, elinden alınmak üzeredir.

Çünkü Özgür Özel CHP'nin mukadderatını DEM’e bağlamıştır.

Cumhuriyet’i kuran partiyi, bölücü terör örgütü PKK’nın siyasi temsilcisine ipotek etmiştir.

İktidar umutlarını, somut projelerle halka açılmak yerine PKK’nın siyasi acentesinin desteğine bağlamıştır.

Bu yüzden Özgür Özel’in gözü; hiçbir önemli gündem maddesini hiçbir realiteyi, bölgede ve dünyada cereyan eden hiçbir hadiseyi görmemektedir.

O halde 100 yıllık bir partinin yok olmaması adına Aziz Atatürk’ün makamı olan CHP Genel Başkanlık makamının kurtuluşu adına Özgür Özel’in Genel Başkanlık makamına acilen kayyum atanmalıdır.

DEM Parti'nin Türkiye partisi olması; iç bütünlüğün, siyasi birlik ve beraberliğin sağlanması Özel’i hiç mi hiç ilgilendirmemektedir.

Özel’in gözünü DEM bürümüştür.

Basiretini DEM bağlamıştır.

Oysa DEM’cilik CHP için çıkmaz sokaktır.

CHP girdiği bu çıkmaz sokaktan çıkamayacak, DEM batağına saplanacaktır.

Sözlerimi bitirirken; CHP’yi, kripto PKK seviciliği terk etmeye; vesayetçilikten ve şiddetten nemalanma, cuntacılıktan beslenme alışkanlığından vazgeçmeye davet ediyorum.

Toplantımızın da teması bağlamında CHP’yi, “21. Yüzyılda Lider Ülke Türkiye” hedefine vasıl olmak için “Bir ve Birlikte Hilale Doğru” yürüyüş kervanına katılmaya çağırıyorum.

Editör: Haber Merkezi