MHP Samsun Milletvekili İlyas Topsakal Türkiye Cumhuriyeti ile Senegal Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasına Dair Kanun Teklifinin tümü üzerine MHP Grubu adına konuştu.
MHP'li Topsakal'ın açıklamaları şu şekilde;
Cumhuriyetimizin 100’üncü yılını kutluyor, başta Gazi Mustafa Kemal Paşa ve cumhuriyetimizin kuruluşunda görev alan atalarımıza minnettarlığımı bildiriyorum. Türk devletlerinin tarihi bir bütündür. Bilinen tarihimiz Hun Devleti dâhil günümüze kadar kesintisiz hanedanlar şeklinde devam edip gelmiştir. Cumhuriyet geçmiş devlet yönetimlerimizin de bir bütünüdür ve Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında şekillenmiş, geçmiş devletlerimizin bir devamı olarak, sistem olarak günümüze kadar gelmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, başta Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere atalarımızın bize bıraktığı en büyük emanettir ve sahibi de millettir. Milletin vekilleri de bizleriz. Bu, çok büyük bir şeref ve değerli bir mirastır. Bu mirasın başlangıcında Misakımillî yani milletin iradesi ve yemini vardır. Bu ant, Türkiye Büyük Millet Meclisinin temsilcilerine bırakılmış en önemli mirastır, bu mirasa sahip çıkmak her milletvekilimizin en önemli görevidir. 100’üncü yılımız tekrar kutlu olsun, ülkemiz müreffeh ve mutlu olsun.
Gazze’de çocuk ve kadınlara karşı yapılan katliamlar insanlık onuru ve vicdanı olan bizleri derinden üzmektedir. İnsanlığı yok eden, çocuklarımızı, kadınlarımızı, masum sivil vatandaşları perişan eden bu savaşın bir an önce durdurulması, ülkemizin ve bizlerin en önemli amacı olmalıdır. Bir çocuk kalbi tüm dünyanın servetine bedeldir; onların akan gözyaşları, Allah’a yalvarışları dünyada adaletin olmadığının göstergesidir. Dünyanın adaletli bir şekilde paylaşımı her insanın da en önemli vazifesidir. Atalarımızın kurdukları devletler “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” prensibiyle hareket etmişlerdir. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti devletinin İsrail’e karşı baskıları meşrudur ve bu, MHP Grubu tarafından desteklenmektedir. Geçmişte Musevilere karşı sevgi ve merhametiyle bu hak, Türkiye Cumhuriyeti devletinin de hakkıdır. Burada, tabii, uzun olduğu için, 1492 ve geçmiş Musevi vatandaşlarımıza yapılan yardımları ele almak elbette bir tarihçi için önemliydi ama vaktimiz dar onları söyleyemiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve geçmiş devletlerimizin Yahudiler ve Museviler üzerinde büyük hakkı vardır. Bu hakkı şimdi biz talep ediyoruz ve bu katliamın bir an önce durdurulmasını istiyoruz.
MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin grupta yaptığı konuşmalar Orta Doğu bölgesinde insanları umutlandırmakta, kardeşlik duygularını pekiştirmektedir. Şahsım adına, bir milletvekili olarak çocuk ve kadın katliamlarını kınıyorum; bir an önce katliamın sona ermesini bekliyoruz.
Yüce milletimiz ve Meclisimizin saygıdeğer milletvekilleri, bugünkü gündemimiz malum üzere uluslararası anlaşmalardır. Bunlardan ilki olan Senegal’le yaptığımız anlaşma neticesinde gelir unsurları itibarıyla mükelleflerin aynı gelir üzerinden iki devlette birden vergilendirilmesinin önlenmesini amaçlamaktadır. Bu amacı sağlamak üzere vergileme hakkı muhtelif gelir unsurları itibarıyla mukim olunan devletten veya kaynak devletten birine bırakılmakta veya mümkün olmazsa iki devlet arasında paylaştırılmaktadır. İki devletin de vergileme hakkının bulunduğu durumlarda ortaya çıkan çifte vergilendirme sorunu ise mahsup yöntemi uygulanmak suretiyle giderilerek Senegal’li yatırımcılar için Türkiye, Türk yatırımcılar için ise Senegal daha cazip hâle getirilmektedir. Bu da iki devlet arasında ticaretin süreç içerisinde artmasına ve ilgili iştirakçilerin rahatlamasına imkân sağlayacaktır.
Bu anlaşma vesilesiyle yeni Afrika ve özellikle Sahel diye adlandırdığımız Mali, Çad, Gine, Burkina Faso ve Gabon’un dünya üzerindeki stratejik değerinden de bahsetmek istiyorum. Günümüzde Afrika kıtası 1 milyarın üzerindeki nüfusu, bağımsızlığını elde etmiş 54 devleti ve 30 milyon kilometrekareyi geçen kara parçasıyla birlikte, ucuz iş gücü ve sahip olduğu yeraltı zenginliklerinin de etkisiyle dünya üzerinde ciddi bir cazibe merkezi hâline gelmiş durumdadır. Eski sömürge izlerini taşımakla birlikte bugün özellikle orta Afrika yani “sahel” diye adlandırdığımız bölge Batı’ya karşı direncin de had safhada olduğu bir bölgedir. Mali, Çad, Gine, Burkina Faso ve Nijer’in ardından Gabon'da da yönetimi ele geçiren ordu elli beş yıllık Fransız yanlısı Bongo iktidarını devirmiştir. Elbette Batı’ya karşı bu direnişin ve başkaldırışın kökenleri yeni değildir, yaklaşık üç yüz senelik de bir geçmişi vardır.
Afrika'nın sömürgeleşmesinin ilk safhası Batılıların dünyayı keşfetmek adına çıktıkları deniz seferlerine yani 16’ncı yüzyıla kadar gitmekte, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısına kadar da bu serüven devam etmektedir. Bu dönemde Afrika'nın kıyı kesimlerindeki limanlara yerleşen Batılılar başta köle ve değerli maden ticareti olmak üzere kıtanın beşerî ve maddi zenginliklerini kendi ülkelerine taşımışlardır. 1885 yılında Berlin Konferansı’ndan sonra başlayan seksen yıllık ikinci devredeyse Afrika'nın tümü İngiltere, Fransa, Belçika, İspanya, Hollanda ve Portekiz'in doğrudan işgaline girmiş ve Afrikalılar bu defa topraklarını kaybetmişlerdir. 1960’lı yıllarda Afrika'nın bağımsızlaşmasıyla başlayıp günümüze kadar süren ve “yeni sömürge dönemi” diyebileceğimiz üçüncü evre ise öncekilerden daha karmaşık bir sürece sahiptir. Bu yeni evrenin dikkat çeken özelliği -ülkeler resmî olarak bağımsız görünseler bile- önceki dönemlerden kalma ekonomik ve siyasi bağımlılık ilişkisinin sürmesidir.
Meclisimizin değerli üyeleri, Batılılar Afrika’da sadece ekonomik zenginlikleri, doğal kaynakları ve insan sermayesini sömürmekle kalmamıştır; aynı zamanda, misyonerlik faaliyetleri de sürdürmüşlerdir. Bu faaliyetler neticesinde bölgede derin ve kuvvetli bir siyasal, kültürel altyapı meydana getirmişlerdir. Afrika Kıtası demografik olarak kuzeyi itibarıyla Libya, Tunus, Cezayir, Fas toprakları, Müslüman Arapların çoğunlukta olduğu ve aynı zamanda özellikle Osmanlı döneminde bölgeye gönderilen Türklerin yerelde akraba bağı oluşturarak hemhâl olduğu topluluklardan müteşekkildir ve sosyokültürel olarak bizim ülkemizle bu coğrafya doğrudan ilgilidir. Bu bölgenin yaşayışının felsefi kaynağında Mısır menşeli El Ezher önemli yer tutar ancak Batı’nın etkisiyle son yıllarda sekülerleşme tarihi bir altyapıya sahiptir.
Sahra Altı Afrika’nın batısı Fransız, doğusu İngiliz etkisi altındadır. Bizim bugün bölge olarak anlaşmaya vardığımız Senegal yukarıda bahsettiğimiz Orta Afrika hattının yani sahel devletlerinin batıdaki ucudur ve doğuya doğru uzanan silsilenin anahtarıdır. Yani, siz, Senegal’den bir anlaşmayla bu bölgeyi kontrol edemezseniz doğudaki ucu Somali'ye kadar yaptığınız anlaşmaların bir anlamı kalmaz. Bölgenin stratejik önemi olması nedeniyle Fransızların etkin olduğu bir güvenlik örgütü -“G5” diye isimlendiriyoruz- geçmişte bu bölgede çok önemli bir etkiye sahipti ancak Fransız etkisinin bölgede azalması G5 örgütünün de güvenlik açısından bölgede zayıflamasına bir neden olmuştur.
Elbette günümüz dünya düzeni de tıpkı sömürge yarışının şekil ve aktör değiştirmesi gibi değişmiştir. Bu yeni dönemde uluslararası sistemdeki büyük güçlerin artık düzensiz ve kaosun olduğu bir yapıda birbirleriyle rekabete girdiği ve dünyayı istikrarsızlığa sürükledikleri açıkça müşahede edilir. Bunu, dünyanın etkin devletlerinin siyaset belgelerinde de görebilir, rahatlıkla analiz edebilirsiniz.
Bu çerçevede, geçmişte Afrika’da söz sahibi olan Fransa, İngiltere, İspanya gibi devletlerin yanında, bugün Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Çin etkin olarak rol almakta, bölgede projelerle gittikçe etkinliğini artırmaktadır. Biliyorsunuz, Rusya, Rus özel askerî şirketi Wagner yoluyla belirli ülkelere askerî destekler sağlamakta ve aynı zamanda özel, mineral ve diğer doğal kaynakların bir kısmını kontrol etmektedir. Rusya’nın Afrika’daki devletler üzerindeki etkisi için Birleşmiş Milletlerin tutanaklarına bakmanız yeterlidir.
Yine, aynı şekilde, Amerika Birleşik Devletleri, soğuk savaş dönemi ve sonrasındaki ilişkileri geliştirirken bölgede belli başlı ülkelere özel askerî destekler sunmakta ve bazı devletlerin ordularının yetiştirilmesi üzerinden Rusya’yı ve en önemlisi bölgedeki Çin’i dengelemeye çalışmaktadır. Çin ise günümüzde, kıtada en yoğun faaliyette bulunan devletler arasındadır. Çin’in hiçbir devletin iç işlerine karışmaksızın, karşılıklı kazanç temelli ticaret diplomasisi Afrika devletleri tarafından karşılık bulurken Çin’e gayrisafi millî hasılalara oranla büyük miktarda borçlanan devletlerin geleceğe yönelik önemli sorunlar yaşayacağı da ortadadır.
Afrika'nın geçmişten günümüze karşı karşıya olduğu tehditler dile getirilirken kıtanın sahip olduğu potansiyelinde farkına varmamız gerekiyor; bölge, dünyanın en zengin yer altı, yer üstü ve doğal güzelliklerine sahip. Bu da dünyanın bu bölgedeki ilgisini artırmakta ve bu bölgeye büyük yatırımların gelmesine sebep olmaktadır.
Afrika'daki Türk varlığı, 9’uncu yüzyılda Mısır'da kurulan ilk Müslüman Türk devletlerinden olan Tolunoğulları’yla başlamıştır. Bu etki, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Yavuz Sultan Selim zamanında zirveye ulaşmıştır. Osmanlı Devleti Afrika'da varlığını sürdürdüğü yaklaşık dört asırlık dönem boyunca birçok eyalet, emirlik, hanedanlık ve sultanlığı idare etmiştir. Burada şunu da ifade edeyim: Daha Anadolu'da Türkiye ismi kullanılmazken 14’üncü, 15’inci, 16’ncı yüzyılda Kuzey Afrika'nın adı Devlet et-Türkiyye'dir. Tıpkı 4’üncü, 5’inci, 6’ncı yüzyılda Doğu Avrupa'nın adının Turkika olduğu gibi. Yani bu da bilimsel bir gerçek olarak coğrafyada veya stratejik coğrafya bilgilerinde öğretilen önemli bir konudur.
Sırası gelmişken altını çizmek istediğim bir husus var: Bu bölgede var olan Türk idareleri sömürgecilikten uzak, karşılıklı kardeşlik hukuku ve rızaya göre bir sistemi benimsemiştir. Yüzyıllar boyu bulunduğu bu topraklarda imaret ve haktan başka bir eser de bırakmamıştır. Ben makalelerimde -burada da Mecliste, yüce Meclisimiz de söylemek istiyorum- Türkiye Cumhuriyeti devletinin dış ilişkilerinde ve herhangi bir politik isteğinde “win win” yani kapitalist bir sistemi geçerli gören veya benimseyen bir akademisyen değildim. Bir milletvekili olarak da bu sistemin rıza üzere olması gerektiğini hem yazan hem çizen hem de iddia eden bir akademisyen olarak milletvekili oldum ve bu fikrimde de her zaman kalacağımı söylemek isterim. Tabii, bilim adamları fikirlerini şiddetle savunmazlar, sosyal bilimse bu, keskin keskin söylemezler ama rıza meselesi bizim dış politik hayatımızda Türk devletlerinde -yani bu sadece Türkiye Cumhuriyeti devleti için değil geçmiş devletler için de geçerlidir- çok önemlidir çünkü bu dünyada bütün milletler ortak olarak yaşıyorlar, devletleri de bir istişare içinde yönetiyorlar. Rızayla yönetirseniz dünyada adaletli hâkimiyet kuran ve dünyada sizi sevenlerle her zaman ortak yaşayacağınız bir alan bulabilirsiniz ama bunu “kazan kazan” ilkesinden devam ettirirseniz mutlaka çatışma çıkacak ve bir savaş ortamı hazırlayacaksınız. O yüzden bizim atalarımızdan bize kalan miras rıza üzerine devletlerin birbirleriyle ilişki kurmasıdır; bu yönüyle bu “rıza” kelimesine özellikle vurgu yapmak istedim. İşte, aslında bu rıza ve yapmış olduğumuz adaletli yönetim de Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün hem Afrika’da hem Avrasya'da hem Orta Asya’da hem Türkistan'da -nerede derseniz deyin- hem Avrupa’da genel kabul görmesinin temel özelliklerinden bir tanesidir; buna “psikolojik üstünlük” denir.
Belki şunu da söylemek lazım yeri gelmişken -kürsüyü bulduk, burada söylemekte de bir beis yok- mesela dünyada istikrarsızlık niye artıyor, bu bilinçli bir seçim midir veya bu savaşlar devam edecek midir? Ukrayna'da, İsrail'de veya Tayvan'da veya Keşmir’de olan bu problemlerin sebebi nedir? Sebebi gayet açıktır; “win win”dir, rıza yoktur. İkincisi, dünyada sadece ve sadece hâkimiyetin güçler dengesiyle sağlanan insanların iktidarıdır bu iktidarlar. Yani Amerika Birleşik Devletleri artık ekonomiyle, parayla, liberal sistemle dünyadaki düzeni sağlayamıyor. O zaman en güçlü alan nedir silahtır, silaha yatırım yapmaktır veya güçlü olduğunuz enstrümanı kullanmaktır. Dolayısıyla bu savaşların… Sakın ola ki şunu düşünmeyin… Bu artık teori, dört beş yıllık bizim yazdığımız teori. Dünyada herkes yazıyor artık, büyük liberaller de yazıyor, kimi söylerseniz söyleyin yazıyor, dünyada savaşlar bitmeyecek. Niye? Felsefeyi değiştirmeniz lazım, adaletli olmanız lazım veya savaşın ve silahın üzerinden dünyayı hükümranlık kurma modelinden kurtarmanız lazım. Ne yapmanız lazım? Bir kere merhametli olmanız lazım. Ne yapmanız lazım? Sevgiyle davranmanız lazım. Ne yapmanız lazım? İnsanları ve milletleri sevmeniz lazım, çatışmadan uzak durmanız lazım ama bu dünyada bu mümkün değil çünkü sistem böyle kurulmamış. O zaman sistemi değiştirmek lazım. İşte o yüzden diyoruz ki: Türkiye Cumhuriyeti devleti bütün alanlarda geçmişiyle beraber, yaptıklarıyla beraber psikolojik bir üstünlüğe sahiptir ve buna sonuna kadar hakkıdır. Bugün İsrail'e de istediği baskıyı yapabilir, Rusya’ya da istediği baskıyı yapar, Amerika'ya da istediği baskıyı yapar Türkiye Cumhuriyeti devletinin geçmişte hiçbir zaman -bilinçli olarak diyelim bilinçsiz söylemeyelim, bilim adamıyız- yapmış olduğu kötülük yoktur.
Şimdi, araya girdik, devam edelim vaktimiz de yok. Yani konferans gibi de olmasını istemiyorum. Kurtuluş Savaşı sırasında ise emperyalist devletlere karşı başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere Türk milletinin vermiş olduğu İstiklal Mücadelesi sömürgecilik faaliyetleriyle ezilen Afrika ülkeleri için adeta bir ilham kaynağı hâline gelmişti. Özellikle Bandung Konferansıyla birlikte bağımsızlığını kazanan Afrika devletlerine bu husus büyük motivasyon sağlanmıştır. Mensubu bulunduğumuz bu yüce Meclis aslında, öyle büyük bir manevi varlıktır ki 100’üncü yılına girdik şimdi, biraz da manevi hakkından bahsetmek lazım, bu Meclis çünkü çok önemli. Bütün Türk devletlerini, Türk milletini ve dünya üzerindeki Türk iktidarlarını; bu Türk’ü de şimdi, herkes yanlış anlayacak, onu da uzun uzun anlatırız. Biz de Türk, devletin adıdır; biz onların tebaasıyız, hangi kavimden olursa olsun, onların sadık vatandaşlarına, sadakatle bağlı ve işini yapan iyi vatandaşlara vatandaş denir; iyi olmayanlara da iyi olmayan vatandaşlar denir. Bu kadar basittir bu yani bunu tartışmanın bile anlamı yok. Tarihte böyle bir tartışma da yok zaten yeni yeni tartışıyoruz, burada yeri gelmişken söyleyeyim. Öyle büyük bir manevi varlıktır ki Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi ve kanun koruyuculuğu yanında geçmişteki bütün hatıra ve mirasın da gerçek sahibidir. Dünyanın kalpgâhı, mazlum millet ve toprakların da hafızasıdır. Ben o yüzden hep geçmişte Türkiye Cumhuriyeti devletine “vakıf devlet” adını verdim, gerçekten bu devlet vakıf devlettir. İçine gelenlere bakın, vakıf devlet olduğunu anlarsınız; Kafkasya'dan, Türkistan'dan, İran coğrafyasından, Afrika'dan herkes sıkıştığı zaman nereye geliyor? Türkiye Cumhuriyeti devletine. Demek ki bu devlet, vakıf devlettir yani buna böyle bakmak lazım. Meclisimizi küçük görmek, maneviyatını ve hatırasını hor görmek,, hiçbirimize bir şey kazandırmayacak, aksine binlerce yıllık tarih şuur ve devlet hafızamıza hor bakmak olacaktır. Artık tarihin ağır tecrübesi ve mirası, Misakımillî dâhil her şey şu gördüğünüz siz değerli vekillerimiz ve Meclisimizin tahtı inhisarındadır.
MHP olarak Türkiye’nin Afrika kıtasına yönelik politikaları çerçevesinde kültürel ve ticareti artırma ve bunu yaparken bölgedeki tarihsel mirasa ve milletlere saygı duyma çabasını destekliyor, yüce Meclisimize, heyetinize hürmetlerimi arz ediyorum.