MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Erzurum Milletvekili Kamil Aydın, TBMM Genel Kurulunda Dışişleri Bakanlığının 2024 yılı bütçesi üzerinde konuştu.
MHP'li Aydın'ın açıklaması şu şekilde;
Binlerce yıllık kadim Türk devlet geleneğinin somut kurumsal bir yansıması olan beş yüz yıllık güçlü haricîye teşkilatının bütçesini görüşmekteyiz. Zaman zaman bu kürsülerden ve zaman zaman da farklı platformlardan dilimize pelesenk olmuş birtakım klişe ifadelerin sorgulamaya veya sağlamaya tâbi tutulmaksızın kullanıldığına tanıklık etmekteyiz. Bu ifadelerden biri de “Dış politika millî olmalıdır.” ifadesidir; doğrudur ama eksik ve yetersizdir. Hâlbuki tutarlı, sağlıklı ve başarılı bir siyasi vizyon içeride de dışarıda da aynı siyasi ilkesel aks üzerine inşa edilmek zorundadır. Yani millîlik sadece Dışişleri bağlamında değil, dış siyasetin de önemli bir parçası olduğu yeknesak, bütüncül bir yapıda tüm siyasetimize hâkim kılınmalıdır. İşte, bu duruşun doğal bir yansıması olarak cumhuriyetimizin banisi ölçüyü “Yurtta sulh, cihanda sulh.” tutarlı ilkesiyle ortaya koymuştur çünkü geri kalmışlık gibi kalkınmışlık da bir bütünlük arz etmektedir. Bu değerler, tabii, yurdunu ve milletini özünden çok sevmeyi “Önce ülkem ve milletim.” demeyi gerekli kılmaktadır. Cumhur İttifakı’nın içselleştirerek temel ilke hâline getirdiği millî ve yerli duruş -iç siyasette ve kalkınma hamlelerinde açıkça görüldüğü gibi- uluslararası ilişkilerde de sahada da masada da etkisini göstermiş ve kalıcı, başarılı sonuçlar vermeye başlamıştır.
Şebiarus’un 750’nci yıl dönümünü idrak ettiğimiz şu günlerde Hazreti Mevlâna’nın bir sözünü sizlere de hatırlatmak istiyorum ve rahmetle yâd ediyoruz. Hazreti Mevlâna şöyle diyor: “Dünle beraber gitti cancağızım, ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.” Bu anlamlı dizelerden hareketle, düne takılıp kalmak yerine, dünden edinilen tecrübeler ışığında görüşmelerin ana temasını da oluşturan bugünkü gündemimize yoğunlaşarak uluslararası bağlamda millî ve yerli duruşun somut kazanımlarından birazcık söz etmek istiyorum. Öncelikle, ülke ve millet olarak her türlü varlığımızın teminatı olan huzur ve güvenliğin temininin öncelenmesi amacına matuf her türlü terörle içeride ve dışarıda amansız mücadele sonuçlar vermiştir. Terörün esir aldığı erişilmez dağlara erişmek bir tarafa, oralardaki varlığından dahi haberdar olmadığımız enerji kaynaklarına çok şükür ulaşılmıştır artık. Yani terörün vahşetinden ve şiddetinden kurtulmak amacıyla son terörist yok edilinceye kadar mücadeleye devam ilkesi etkisini göstermiş ve sağlanan bu huzur ve güvenlik sayesinde bugün Gabar'da günde 30 bin varil petrol çıkarılma noktasına gelinmiştir. Bütün bu bela ve musibetlerin nedenini aziz milletimizle paylaşmak zorunluluğundan hareketle ifade etmeliyiz ki bir avuç İsrail'in dahi teo-stratejik özlemleri içerisinde bulunan kadim Anadolu Türk coğrafyası bitmeyen bir emperyalist projenin her zaman önemli bir parçası olmuştur maalesef. Diğer bir sözle, Sykes-Picot’dan Sevr’e kadar, sonradan Lozan’a aktarılan şekliyle de müstevlilerin her zaman Anadolu coğrafyası paylaşım alanı olarak hazırladığı planlara dercedilmiştir ama bu suya düşmüştür tabii ki. Bu defa, programlar değiştirilerek farklı yöntemler devreye sokulmuştur. 20'nci yüzyılın başlarında vadedilen büyük Ermenistan hayali hayal kırıklığına dönüşmüş, bu defa kurulan ve ismini Yunan mitolojisinde intikam tanrıçasından alan Nemesis ve ASALA terör örgütleriyle aziz milletimize ve devlet adamlarımıza -bu, hem Azerbaycan hem Türkiye için geçerli bir şekilde- suikast girişimleri peş peşe gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılar sonucu Behbud Han Cevanşir, Said Halim Paşa, Talat Paşa, Fetali Han Hoyski, Cemal Paşa gibi nice kıymetli şahsiyetler şehit edilmiştir maalesef. Her terör örgütü için geçerli olan bir gerçek gereği, ASALA da bu defa hedefine efendilerini alan Orly Havaalanı baskınını gerçekleştirince canı yanan Batı bu örgütten desteğini çekmiş fakat aziz milletimiz bu dönemde çok ağır faturalar ödemiştir çünkü ABD’de Mehmet Baydar ve Bahadır Demir’in şehit edilmesiyle başlayan süreçte 1970’lerden 90'lara kadar hain terör saldırıları sonucu 55 çok kıymetli elçilik temsilcimizi kaybettik. Devre dışı bırakılan ASALA’nın yerine bu defa yine Marksist, Leninist yeni bir örgüt tedavüle sokularak Ermeni kartı yerine bu defa bin yıllık kardeşliği ayırmaya çalışma girişimi PKK üzerinden devreye sokulmuştur fakat bugün millî ve yerli devlet aklı katledilenlerin kanını yerde bırakmayarak, ASALA artıklarını ve onların uzantılarını Karabağ'da kırk dört günlük mucizevi bir zaferle geldikleri gibi göndermişlerdir.
Bu vesileyle, bir zamanlar 55 şehidimiz için kıllarını kıpırdatmayıp ama yaşanan bir menfur cinayet sonrası “Hepimiz Ermeni’yiz” sloganı atanların Karabağ zaferini de mesnetsiz söylemlerle galebe çalmalarına rağmen, millî ve yerli yürütmenin katkılarıyla gür sesimiz dünyanın her yerinde yankılanarak “Karabağ Türk’tür, Karabağ Azerbaycan’dır.” denmiştir.
Ankara merkezli düşünce ve “aklım hep Türkiye’dir” vizyonuyla yerli ve millî istikametin belirginlik kazanması, aynı zamanda bir şeyin değişmesiyle çok şeyin değişeceğinin somut tespiti ve yansıması olmuştur. Bu bağlamda, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve onun 260 civarında temsilciliğiyle dünyanın ilk 4 ülkesi arasında yer alan şanlı, şerefli Hariciye, her türlü uluslararası ilişki ve faaliyetlerde kutlu duruşun temsilcileri olarak Ukrayna-Rusya savaşı başta olmak üzere, bölgemizde ve küremizde her türlü kaos, kriz ve huzursuzluğun giderilmesinde barışçı tavrını ortaya koymuş ve bu vasfıyla dün olduğu gibi bugün de istenen, beklenen ve özlenen, yerine göre sert ve yerine göre de yumuşak güç olma özelliğini taşımaktadır. Savaş esirleri takası, kontrolsüz göç yönetimi, tahıl koridoru antlaşmaları, tahliye çalışmaları, uluslararası misyonlarda tarafsız ve amaca matuf icraatları bu saygın intibanın çok açık ve net göstergeleridir.
Öte yandan, Hariciyemiz Karadeniz'den Akdeniz’e, Orta Doğu'dan Balkanlara ve Afrika’ya izlediği kararlı diplomasi yoluyla aziz milletimizin, İslam aleminin ve mazlum milletlerin hislerine tercüman, sorun ve sıkıntılarına da çare olmuştur. Bunlar malumun ilanı şeklinde dostun da düşmanın da ifade ettiği veya etmek zorunda kaldığı açık gerçeklerdir.
Dahası, yıllarca ayrılıkları hasret türkülerine yansımış soydaş ve akraba toplulukların “Türk Devletleri Teşkilatı” adı altında vuslata kavuşması da başka bir mutluluk kaynağımız olmuştur bu süreçte. Dilde, fikirde, işte birlik şiarına uygun olarak emin adımlarla kardeşlik, soydaşlık hukukunu eyleme dönüştüren bu yapı artık ekonomik ve ticari bağlamlarda da köklü kararlar almakta ve bu amaçla 500 milyon dolarlık ortak yatırım fonu oluşturulmaktadır.
Buna mukabil, küçük bir hatırlatmada bulunarak şunu da ifade etmek isterim ki dünyanın birçok ülkesiyle serbest ticaret anlaşmaları yapılırken aynı anlaşmaların Türk Devletleri Teşkilatı bünyesindeki devletler arasında da yapılması gerekmektedir. Bunu Sayın Dışişleri Bakanımıza hassaten ben ifade etmek istedim çünkü bu gözden kaçmış bir husus gibi geldi bana. 22 ülkeyle anlaşma hâlihazırda yapılmış…
22 ülkeyle yapılan bu anlaşma 4 ülkeyle müzakere edilmiş, 16 ülkeyle programa alınmış, yine, birçok ülkeye görüşülme teklifleri gönderilmiş ama -Türk dünyasından sorumlu bir Genel Başkan Yardımcısı olarak görevim itibarıyla benim dikkatimi çekti- bu yeni kurulan Türk Devletleri Teşkilatı bünyesi içerisindeki ülkelerle bu ticari anlaşma acaba gözden mi kaçtı ya da bizim bilmediğimiz bir müzakereler sürecine mi tabi tutuldu, o konuda bilgi almak isterim.
Ben yüce heyetinizi saygıyla selamlarken, bütçemizin milletimize, ülkemize esenlikler sağlayacağını temenni ediyorum.