MHP Grup Başkanvekili Erkan Akçay, Lübnan’da konuşlanan Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü’ne Türk Silahlı Kuvvetlerinin sunduğu katkının bir yıl uzatılması için verilen Cumhurbaşkanlığı tezkeresi üzerinde TBMM'de konuştu.
MHP'li Akçay'ın açıklaması şu şekilde;
Sözlerime başlamadan önce, sınırlarımızın içinde ve sınır ötesinde terörle mücadele eden kahramanlarımıza, ülkemizden yüzlerce, binlerce kilometre uzakta, küresel ve bölgesel barışı sağlamak için görevlerini başarıyla icra eden kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimizin Gazi Meclisimizden selamlıyorum.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 19 Mart 1978’de kabul ettiği 425 ve 426 sayılı Kararları uyarınca gözlem, uluslararası barış ve güvenliğin tesisi ve Lübnan hükümetine yardım maksadıyla Lübnan’da Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü kurulmuştur.
2006 yılında İsrail’in Lübnan’a saldırması üzerine Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü’nün kapsamı artırılmıştır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 11 Ağustos 2006 tarihli 1701 sayılı Kararı ile Lübnan’da Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü (UNIFIL) oluşturulmuştur. UNIFIL'in görev süresi bir yıl olarak belirlenmiş ve ihtiyaç hâlinde birer yıl süreyle uzatılması kararlaştırılmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 5 Eylül 2006 tarihli ve 880 sayılı Kararıyla, Lübnan’da konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücüne (UNIFIL) Silahlı Kuvvetler unsurlarıyla katkı sağlamaya başlamıştır. İzin süresi her yıl uzatılmaktadır. Son olarak iznin süresi 31 Ekim 2023 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmıştır.
UNIFIL’in görev süresi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 28 Ağustos 2024 tarihli ve 2749 sayılı Kararıyla 31 Ağustos 2025’e kadar uzatılmıştır.
Türk Silahlı Kuvvetlerimizin Birleşmiş Milletler ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararlarıyla tespit edilen ilkeler kapsamında UNIFIL’deki görev süresinin 31 Ekim 2024’den itibaren bir yıl daha uzatılmasına yönelik bu Cumhurbaşkanlığı Tezkeresini destekliyoruz.
Dış politikamızın esas hedeflerinden biri de bölgemizde ve dünyada barış ve istikrarın tesisine katkıda bulunmaktır. Türkiye hâlihazırda Birleşmiş Milletler barış gücü ve barışın inşası harekâtına en fazla katkı sunan ülkelerden biridir.
Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, Birleşmiş Milletler, NATO, Avrupa Birliği, AGİT ve ikili anlaşmalar kapsamında Azerbaycan, Libya, Kosova, Bosna Hersek, Katar, Somali başta olmak üzere çeşitli coğrafyalarda 19 farklı görev üstlenmiştir.
Türkiye; Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Orta Asya coğrafyalarının tam ortasında bulunmaktadır. Bu 5 deniz havzasında, Türkiye'nin güvenlik ve kültürel sınırları siyasi sınırlarının ötesindedir. Daha açık bir ifadeyle, Türkiye'nin Orta Doğu sınırı Irak-Suriye sınırının ötesinde bir güvenliği zorunlu kılmaktadır. Buralarda barış ve istikrarın tesisi ve korunması Ankara’nın, İstanbul’un, Diyarbakır’ın, Urfa’nın, Hatay’ın ve Edirne’nin güvenliği demektir.
Bölgemizde barış, güvenlik ve istikrarı etkileyen gelişmelerin milli çıkarlarımız ve güvenliğimiz üzerinde doğrudan etkileri olmaktadır. Bu nedenle bölgesel gelişmeler karşısında kayıtsız kalmamız söz konusu olamaz.
Lübnan, Türk-İslam medeniyetinin bin yılı aşkın süredir hüküm sürdüğü kadim topraklardır. Türkiye’nin bölgeyle tarihi ve kültürel bağları oldukça güçlüdür. Lübnan, tarihsel açıdan büyük bir yakınlık içinde bulunduğumuz, toplumsal hafızamızda önemli yer tutan ve soydaşlarımızı barındıran bir ülkedir.
Lübnan’da barışın tesisi ve idamesi amacıyla oluşturulan Güvenlik Gücüne, Türkiye, başlangıçtan itibaren en yüksek katkıyı veren ülkelerdendir. Türkiye, UNIFIL kapsamında barışı koruma hareketinin etkin icrasında önemli bir işlev üstlenmiştir. Ayrıca bölgedeki köy okullarının elektrik ihtiyacının karşılanmasından okullara oyun sahalarının yapılmasına, sağlık ocağı, su depoları ve yol inşaatlarından ihtiyaç sahiplerine yardım ulaştırılmasına kadar çok sayıda projeyi ve insani yardımı hayata geçirmiştir.
2020 yılında Beyrut Limanı’nda yaşanan patlamada ilk yardım ulaştıran Türkiye, Lübnan’da gönülleri fethetmiştir.
Türkiye, Lübnan’ın istikrarını hedef alan her türlü teşebbüs karşısında ülkenin toprak bütünlüğünü, siyasi bağımsızlığını desteklemeye devam edecektir. Çünkü Lübnan’da olanlar sadece bu ülkeyi değil, tüm bölgeyi ve dolayısıyla Türkiye’yi de ilgilendirmektedir.
Ortadoğu coğrafyası İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeniden şekillenmiştir. Bununla ilgili en önemli gelişmelerden biri de 1948’de Filistin topraklarında Birleşmiş Milletlerin kararıyla bir İsrail devletinin kurulmasıdır.
İsrail’in kurulduğu 1948 yılından günümüze kadar bölgede çatışma ve istikrarsızlık devam etmektedir.
Bugün Ortadoğu’da yaşanan savaş, çatışma ve yıkımların en önemli nedeni İsrail’in hukuk tanımaz, insanlık dışı, bir devlet gibi değil de bir terör örgütü gibi sürdürdüğü saldırganlıktır.
İsrail’in işgal ve genişleme politikası sadece Filistin topraklarıyla sınırlı değildir, çevre ülkeleri de tehdit etmektedir. Batılı devletler İsrail’i koruma bahanesiyle Ortadoğu’da hegemonya kurmaya çalışmakta, İsrail ileri bir karakol görevi yapmaktadır.
İsrail’in Ortadoğu’da yürüttüğü istilacı politika, hem tarihi kökenlere dayanan dini iddialarına hem de modern siyasi ve stratejik hedeflere dayanıyor. Bu politikaların temelini, Yahudilere vaat edilmiş topraklar veya Büyük İsrail olarak ifade ettikleri “Arz-ı Mev’ud” kavramı oluşturuyor. Arz-ı Mev’ud, Nil Nehri’nden Fırat Nehri’ne kadar uzanan geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır.
Katil İsrail, 7 Ekim 2023’den beri Gazze’de çocuk, kadın, yaşlı, sivil demeden 43 bini masumu katletmiştir.
Dünyaya demokrasi, insan hakları ve özgürlükler konusunda nutuk atan ABD ve birkaçı haricinde AB ülkeleri İsrail’in katliamlarına destek vermektedir.
İslam ülkeleri, İsrail’in katliamlarını seyretmektedir.
Dünyada barış ve adaleti sağlamak adına kurulan Birleşmiş Milletler İsrail’in katliamları karşısında acziyet içindedir.
Orta Doğu’da kalıcı barışın tesisi ancak İsrail-Filistin meselesinin iki devletli adil bir çözüme kavuşturulmasıyla mümkündür. 1967 sınırları temelinde başkenti Doğu Kudüs olan, egemen ve coğrafi bütünlüğü haiz bir Filistin devleti kurulmadan bu sorun çözülemez.
Gazze’de binlerce masumu katleden İsrail, Arz-ı Mev'ud (Vaat edilmiş Topraklar) hayalleri kapsamında bir sonraki aşamaya geçerek Lübnan ve Suriye’ye saldırmakta, İran’ı savaşa sokarak savaşı tüm Ortadoğu’ya yaymaya çalışmaktadır.
İsrail, çatışmaları Lübnan, Suriye ve İran’a yayarak Amerika Birleşik Devletleri’nin, diğer Batılı müttefiklerin daha da fazla desteğini almaya çalışmaktadır. ABD, tüm güçleriyle, uçak filoları, savaş gemileri Akdeniz'e getirmiştir. Gazze ve Filistin bahanedir. Doğu Akdeniz ve aslında bölgede haritaların yeniden değiştirilmesi gündemdedir. ABD, müttefiki İsrail üzerinden Doğu Akdeniz'de, Lübnan ve Suriye kıyılarında kendi küresel gücünü tahkim etmenin hesaplarını yapmaktadır.
İsrail’in Lübnan’daki saldırılarında 2 bin 564 kişi ölmüş, 12 bin kişi yaralanmıştır. İsrail bombardımanı nedeniyle Lübnan’da yüzbinlerce kişi yerinden edilmiştir. Lübnan’ın güneyinden başkent Beyrut ve kuzeye göç dalgası devam ederken, yaklaşık 500 bin Lübnanlı Suriye’ye göç etmiştir.
İsrail savunma bakanı 20 Ekim 2024’te Lübnan sınırında yaptığı açıklamada “Savaşın bir sonraki aşamasına geçmeye hazırız” diyerek Lübnan’ı tamamen işgal edeceklerinin, sonrasında da Suriye’ye gireceklerinin sinyalini vermiştir.
İsrail 10 Ekim 2024 tarihinden itibaren Lübnan’ın güneyindeki UNIFIL’e bağlı Barış Gücü askerlerini hedef almaya başlamıştır. 10 Ekim’de Lübnan'ın güneyindeki gözetleme kulelerine ateş açarak iki askeri yaralamıştır.
13 Ekim’de İsrail ordusuna ait tanklar BM mevzilerine girerek askerlerin lojistik hareketini engellemiştir. İsrail ordusuna ait tankının açtığı ateş Nakura'daki BM karargahının gözlem kulesine isabet etmiş, 5 barış gücü askeri yaralanmıştır. İsrail ordusunun Ramiye'de yaydığı bir tür dumandan 15 UNIFIL askeri etkilenmiştir.
Katil Netanyahu, 14 Ekim’de Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Barış Gücü'nü Lübnan'ın güneyinden çekilmesi için tehdit etmiştir.
Birleşmiş Milletler Kararıyla kurulan İsrail, Birleşmiş Milletlerin bugüne kadar aldığı tüm kararları yok saymış, İsrail’in katliamlarını desteklemeyen Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreterini istenmeyen kişi ilan etmiştir.
Bugün, BM kayıtlarında sınırları belli olmayan bir ülke vardır, o da İsrail’dir. Sınırı belli değildir. Çünkü sınırını sürekli genişletiyor. Bu siyonist anlayış, sadece İslam aleminin değil, bütün insanlığın düşmanıdır.
Biz siyasetçilerin ve milletvekillerinin bütün meselelere bir tarihî perspektifle dün, bugün, yarın bakış açısıyla, bir tarih bilinciyle, coğrafya, jeopolitik ve stratejik düşünceyle bakmak mecburiyetimiz vardır. Son yıllarda ve son aylarda bölgemizde yaşanan o elim hadiselere ve İsrail'in katliamcı, siyonist saldırganlığına bu perspektiften bakma ihtiyacımız vardır.
Türk tarihindeki en büyük acılardan biri de Birinci Balkan Savaşı ve sonrasında yaşananlardır. Devleti yönetenlerin gelişen olayları idrak edemeyip gereken tedbirleri zamanında almamaları nedeniyle Birinci Balkan Savaşı tam bir hezimet ve felaketle sonuçlanmıştır.
Dün “Balkanlarda ittifak kurulamaz, Balkan devletleri Osmanlı’ya saldıramaz.” diyerek gereken tedbirleri zamanında almayanlar nedeniyle, o dönemin siyasi kör dövüşleri içinde, maalesef Balkanları kaybettik.
İsrail; Filistin, Lübnan ve Suriye’deki saldırılarına devam ederken diğer taraftan maşa olarak kullandığı terör örgütü vasıtasıyla Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde uydu bir terör devleti kurmaya çalışmaktadır.
Vaad edilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail’in Filistin, Lübnan ve Suriye’den sonraki nihai hedefi Anadolu coğrafyasıdır. İsrail'in, "Arz-ı Mevud" hedefi kapsamında Türkiye'ye de göz diktiğini ve parlamentosunun girişinde “İsrail’in sınırları Nil’den Fırat’a kadardır” yazdığını unutmayalım.
Theodor Herzl 1897’deki I. Dünya Siyonist Kongresi’nde; “Kuzey sınırlarımız Kapadokya’daki dağlara kadar dayanır. Güneyde de Süveyş Kanalı’na dayanır.” diyerek Büyük İsrail hedefini ortaya koymuştur.
İsrail Başbakanı Ben Gurion’un 1948’de İsrail devletini ilan ederken yaptığı konuşmada, “Filistin’in bugünkü haritası İngiliz manda yönetimi tarafından çizilmiştir. Yahudi halkının, gençlerimiz ve yetişkinlerimizin yeniden çizmesi gereken bir başka harita vardır ki, o da Nil’den Fırat’a kadar olan bölgeyi kapsamaktadır” demiştir.
Eski İsrail Başbakanı Moşe Dayan 1967’de “Geçmiş kuşaklar İsrail’i 1948 sınırlarına ulaştırdılar, biz 1967 sınırlarına ulaştırdık, siz Nil’den Fırat’a uzanan ‘Büyük İsrail’i kuracaksınız” demişti.
İsrail eski başbakanı Menahem Begin, “İsrail Devleti’nin İncil’de öngörüldüğü gibi Irak, Suriye, Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır, Sudan, Lübnan, Ürdün ve Kuveyt’i kapsayacağını” söylemiştir.
İsrail Eski Başbakanı Ariel Şaron 1974’te “Türkiye de ilgi alanımız içindedir.” diyerek Anadolu coğrafyasının da vaat edilmiş topraklar arasında bulunduğunu itiraf etmiştir.
Biz, "Gazze ve Lübnan’dan sonra Suriye, Irak ve İran’a da saldıran İsrail, Türkiye için tehdit mi?” diye tartışırken İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, “Ürdün, Lübnan, Mısır, Suriye, Irak ve Suudi Arabistan’ın bazı kısımlarını içeren bir Yahudi devleti istiyorum, yavaş yavaş. İsrail’in, Kudüs’ün Şam’a kadar uzanması kaderinde var.” Büyük İsrail politikasını tasvir etmiş, nihai hedefin Anadolu Coğrafyası olduğunu itiraf etmiştir.
İsrail'in Büyük İsrail’i kurmak için yaptığı kanlı planlardan birisi 1982 yılın da hazırlanan ve İsrail hükümetleri tarafından sıkı sıkıya uygulanan ODED YİNON PLANI’DIR. Bu planın sahibi “Beyrut kasabı” diye anılan eski Başbakanı Ariel Şaron’un danışmanı Oded Yinon’dur.
Bu plan; Ortadoğu’daki Mısır, Ürdün, Lübnan, Suriye, Irak ve Türkiye'nin bazı topraklarının kendi ülkelerinden bölünüp İsrail'in malı haline getirmek üzerine yazılmış bir stratejidir ve halen işlemektedir.
ODED YİNON Planı’nda, Ortadoğu’daki devletlerin etnik ve mezhepsel olarak nasıl bölüneceği ve haritaların nasıl değişeceği tek tek anlatılmıştır. Hedef ülkeler ise, Lübnan, Suriye, Irak, İran, Türkiye ve Ürdün tek tek sayılmıştır.
Yinon Planı’nın 42 yıl sonra dahi konuşuluyor olması; temel amacı olan “Arz-ı Mev”ud” yani “Büyük İsrail Devleti”ni kurma yolunda uygulanıyor olmasındandır.
Sayın Genel Başkanımız 24 Ekim, 31 Ekim, 14 Mayıs, 21 Mayıs 2023 tarihli Grup toplantılarımızda “Vaat edilmiş toprakların nihai hedefi Anadolu coğrafyasıdır. Filistin’in güvenliği Türkiye’nin güvenliğidir.” diyerek İsrail’in nihai hedefinin Türkiye olduğunu kamuoyu ile paylaşmıştır.
İsrailli yöneticiler tarafından arz-ımevud yani büyük İsrail politikası defalarca kamuoyuyla paylaşılmışken “İsrail bize saldırmaz.” diyerek gaflete düşmemek, tedbirli olmak gerekir.
Milliyetçi Hareket Partisi olarak sınır güvenliğimize ve memleketimizin huzurunu tehdit edecek her türlü tehlikeye karşı devletimizin ilgili kurumlarına her türlü desteği vereceğimizi belirtmek isterim.
Filistin’in, Lübnan’ın, Suriye’nin güvenliği Türkiye’nin güvenliğidir. Devletimiz bu kapsamda gerekli önlemleri almaktadır, alacaktır. İsrail'in Arz-ı Mev’ud hayalleri hüsranla sonuçlanacaktır. Bu düşüncelerle, Genel Kurul gündemine taşıdığımız Lübnan Tezkeresinin ülkemizin, milletimizin ve tüm dünyanın huzur ve barışına katkıda bulunmasını diliyorum.