MHP Lideri Devlet Bahçeli, partisinin TBMM Grup Toplantısı'nda açıklamalarda bulundu.
MHP Lideri'nin açıklamaları şu şekilde;
Aziz Dava Arkadaşlarım,
Saygıdeğer Misafirler,
Basınımızın Değerli Temsilcileri,
Yeni yılın ilk grup toplantısında vuslat sıcaklığının tazyik ve tesiriyle sizlerin ve aziz milletimizin huzurundayım.
Sözlerimin başında hepinizi kemali hürmet ve muhabbetle selamlıyor en iyi dileklerimi sunuyorum.
Toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından olmak üzere; televizyon ekranları, sosyal medya platformları, radyo kanalları vasıtasıyla takip eden bütün vatandaşlarımızı,
Gönül ve kültür coğrafyalarımızda varlık, birlik ve dirlik mücadelesi veren bütün kardeşlerimizi şükran duygularımla selamlıyorum.
İyisiyle kötüsüyle, eksiğiyle fazlasıyla, külfetiyle nimetiyle, derdiyle dermanıyla bir yılı daha geride bırakarak yeni bir yıla giriş yaptık.
Yeni yüzyılın ilk senesini tamamlayıp ikincisine adım attık.
Türk ve Türkiye Yüzyılının göz alıcı vizyon kulvarında emin ve enerjik hamlelerle ilerlemeye, bu ilerleyişi günbegün tahkim ve takviye etmeye ahdettik, azmettik, ant içtik.
Birileri gibi samanlıkta iğne arayışıyla ilgilenmiyoruz.
Yine birileri gibi darı ambarında buğday denesi saymıyoruz.
Keçi misali bir tutam ot için yardan uçmaya teşne olanların bizi anlamasını da beklemiyoruz.
İnancımızın seviyesi başarının limitini tayin etmektedir.
Hem inançlıyız, hem de başarıda sınır tanımıyoruz.
Merhum düşünürümüz Ziya Gökalp diyor ki: “Doğruyu bulmak çalışmaktan yılmayan her kafanın işidir.”
Mesele doğruyu bulmakla bitmiyor, bitmeyecek.
Araya araya, çalışa çalışa bulduğumuz doğruları aziz Atatürk’ün dediği üzere haykırmaktan da korkmayacağız.
Rivayet göre Merhum Ahmet Vefik Paşa’ya medeni cesaretinin dayanağını sormuşlar, o da “Allah’a tevekkülümdür” diye cevap vermiş.
Önce tedbirini alan, sonra tevekküle boyun eğen her insanımız bir lahza ümitten mahrum kalamaz, karamsarlık salgınına yakalanamaz, şunun bunun kötümserlik propagandasına yakasını kaptıramaz.
Batmak üzere olan bir gemide, suların yükselmeye başladığı koridora açılan kamarasına kapatıldığı için hiçbir şeyin farkında olmayan zavallı eski bir kaptan gibi davrananlar maalesef gerçeklerden kopuk, gelişmelere kapalıdır.
Bugünkü yamalı ve yaralı muhalefet partilerinin iftira denizinde yüzdürdükleri yalan ve inkar gemisi her yerinden su almaktadır.
Muzır ve muhteris siyaset bezirganlarının yeni yüzyılın ruh ve felsefesini anlamaları ve anlatmaları şöyle dursun, toptancı ve tokatçı mantıkla reddiye içinde olmaları bir defa ülkemiz ve demokrasimiz adına hazin bir talihsizliktir.
Yeni yüzyılın siyasi yol haritası, milli ve manevi değerlerle yekvücut olmuş yeni bir siyaset müşahedesiyle çizilmelidir.
Bu siyaset bölen ve parçalayan değil, bütünleyen, birleştiren ve kaynaştıran bir siyasettir.
Bu siyaset kutuplaşmayı kışkırtan değil, kuvayımilliye mirasını kuvvet, kudret ve kucaklaşma temelinde yeniden inşa eden bir siyasettir.
Yeni yüzyılda bozgunculuğun esamisi dahi okunmayacaktır.
Yeni yüzyılda ayrışmanın, ayrımcılığın, dağılmanın, ufalanmanın, marjinal kategorilere ayrılmanın, ilkel mahiyetli etnik ve mezhebi bloklaşmanın adından asla bahsedilemeyecektir.
Eski çamlar şimdi bardak olmuştur.
Köprülerin altından çok sular akmıştır.
Devir değişmiş, taşlar yerinden oynamış, kilitler açılmış, zincirler kırılmış; nitekim Türk milletinin barış, refah, huzur ve istikrar döneminin kapıları ardına kadar açılmıştır.
Hep birlikte Türkiye olmaktan, 85 milyon vatandaşımızın Türk milletine mensubiyetin onur ve gururunda buluşmaktan hariç herhangi bir tercih ve özlemi kalmamıştır.
Toplumsal ayrışmanın kalan bakiyesi yönetimde kaynaşmayla kesinkes ibra edilecek ve konu kapanacaktır.
Bildiğiniz gibi yıkmak kolay, yapmak zordur.
Bakınız Merhum Mehmet Akif Ersoy bu durumu manzum bir hissiyatla nasıl da ustaca kelimelere dökmüştü:
Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?
Onu, en çolpa herifler de, emin ol becerir.
Sade sen gösteriver “işte budur kubbe” diye,
İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye!
Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat, o zaman,
Bir Süleyman daha lazım yeniden, bir de Sinan.
Bunların var mı sizin listede hiç benzeri; yok.
Ya ne var? Bir kuru dil, siz buyurun karnım tok.
Bizim yıkım heveslilerine karnımız tok, müsamahamız yok, mesafemiz ise pek çoktur.
Top çevirerek siyaset yaptığını zannedenlerin süresi dolmuştur.
İdare-i maslahata sırtını yaslayanların zamanı geçmiştir.
Muhalefeti ülkesine ve milli ülkülere karşı icra edenlerin suyu ısınmıştır.
Gerçeklerle yüzleşmekten kaçanların, yıkım ve korku siyasetini geçim kapısı görenlerin sahne ışıkları sönmüş, istismar heybeleri boşalmış, kaldı ki aynı ezberlerin tutsaklığına sürüklenmeleri işe yaramamıştır.
Bizim boşa geçirilecek bir saniyemiz bile yoktur.
Yeni yüzyıl, barışın ve huzurun yüzyılı olacaktır.
Yeni yüzyıl, terörsüz ve şiddetsiz Türkiye’nin yükselişiyle perçinlenecektir.
Kronik sorunlar çözülecek, Türk milleti mesut, memnun ve mesrur hale gelecektir.
Bundan anormal derecede rahatsız olanları, sinekli ve zehirli mevzilerinde kıpır kıpır fitne ve fesat tahkimatı yapanları görüyor, acınacak hallerini ibretle seyrediyoruz.
Bize milliyetçilik dersi vermeye, vatan sevgisi dikte etmeye kalkışan sefih magandalara, serseri mankurtlara ve sefalet markalarına aldırış etmesek bile, gene de birkaç kelamı onlardan esirgemenin haksızlık olacağı kanaatindeyiz.
Hasbelkader Milliyetçi-Ülkücü Hareket’te yer bulan, bu vesileyle itibar kazanan, makam ve koltuk ikbaliyle çevre yapan ve saygı kazanan bir avuç kendini bilmez ahmağın sırf çıkarlarının ikramı kesildi diye ileri geri konuşmaları her şeyden önce edepsiz bir hezeyandır.
CHP’ye yanaşmış ve CHP’ye yapışmış bu ilkesizlerin hariçten gazel okumaları boş varilin çıkardığı ses kadar anlamlıdır.
Esasen fazilet ve fikir sahibi olmaksızın sığındıkları camiamızda kurnazca kendilerini saklayan, köşe bucak dedikodu yapan, insicam ve irademizi sakatlamanın çabasında olan bu gudubetlerin bir nedenle maskesi düşünce aramızdan sıvıştıkları hepinizin bildiği ve yaşadığı bir gerçektir.
Başkalarının atına binenlerin bize seyislik taslaması utanmazlıktır.
Türk milletini meşgul eden, Türkiye’yi zora sokan hiçbir meseleye kalıcı cevap ve köklü çözüm getiremeyenlerin; sosyal medyada, kurdukları küçük partilerde sürekli ayağımıza dolanmaları, dava bilirkişisi gibi ortalıkta dolaşmaları elbette kifayet ve kişilik yetersizliğinin ağır bir sancısıdır.
CHP’nin kayığında ip olanlarla mağlubiyetin pençesinde zafer nutku atanların sadece cemayüz evvellerini değil, ciğerlerinin kaç okka olduğunu da gayet iyi biliriz.
Bizim bir görev kapsamında hareket ettiğimizi iddia eden müfteriler, içimizdeyken el etek öpmekten başlarını dahi kaldıramıyorlar, siyasetimize en küçük katkı vermiyorlar, veremiyorlardı.
Kedinin ayna karşısında kendisini aslan görmesi neyse, bunların durumu üç aşağı beş yukarı aynısıdır.
Geceleri baykuş olup harabede tüneyenler, gündüz vaktinde kartal olup zirvelere kanat açamazlar.
Kurt, kurdu tanır, ancak biz bunları tanımıyoruz ve hiç de takmıyoruz.
Bizim dava ve vatan sevdamızı tartıya çıkaracak, bununla da kalmayıp tartışmaya açacak, ülke ve ülkü heyecanımızı kurcalayıp aşındıracak bir siyasi fırıldağı henüz hiçbir kundak sarmamıştır.
Hayatıyla haysiyeti ters köşe olmuşların bize anlatacak, bize aktaracak, bize güzergah tayin edecek bir şeyleri olmaz, olamaz.
Gocunan gocunsun, hoplayan hoplasın, diyorum ki, terör musibeti bitecek, kardeşlik bilenecek, Türk milleti rahat bir nefes alacak.
Milli birlik ve beraberliğimizin sancağı herkesi gölgesinde toparlayacak.
Doğudan batıya, kuzeyden güneye türkülerimiz söylenecek, oyun havalarımız çalınacak, eller birleşecek, kem gözler def edilecek, kekik kokulu dağlarımızda papatyalar toplanacak.
Kanunsuz ve gayri meşru şekilde elinde taşıdığı silahlarla yurt içinde veya yurt dışında hunhar ve menfur hedeflerin peşine düşen teröristlerin sonu ise ya toprağa düşmek ya da demir parmaklıkların ardına düşürülmek olacak.
Negatif kırılmadan bahsederek her yerin Gazze olacağını tehditvari üslupla iddia edenlere özellikle hatırlatırım ki, Gazze zaten içimizdedir, yüreğimizdedir, gönlümüzdedir.
Eğer yıkılmış Gazze’nin Türkiye’ye taşınacağı ima ediliyorsa, o zaman buna niyet ve teşebbüsü aklından geçirenlerin Siyonist barbarlıkla eşanlı şekilde açacakları karanlık cephenin makberleri olacağını bilmeleri, bunu da unutmamaları hayat ve varlıkları açısından mühim bir ihtar ve ikazımızdır.
Değerli Milletvekilleri,
Merhum düşünürümüz Ziya Gökalp, 26 Haziran 1922 tarihinde Küçük Mecmua’da kaleme aldığı bir makalesinde tasavvufi bir menkıbeyi nakletmiş ve şunları yazmıştı:
“Bazı kimseler bir gün Bayezit Bistami ile İbn Sina’nın bir odada görüştüğünü görmüşler.
Bu görüşmenin mahiyetini anlamak için meclisin sonunu beklemişler.
Bu iki hakikat aşığı odadan çıkıp da ayrıldıktan sonra bazıları Bayezıt Bistami’yi durdurarak İbn Sina’yı nasıl bulduğunu sormuş.
O da buyurmuş ki: Benim bütün gördüklerimi o düşünüyor.
Bir kısmı da İbn Sina’yı durdurarak Bayezıt Bistami’yi nasıl bulduğunu sormuş.
Bunun üzerine İbn Sina’nın cevabı şu şekilde olmuş: “Benim bütün düşündüklerimi o görüyor.”
Bu menkıbeden mülhem diyeceğim şudur:
Biz ne düşünüyorsak Türk milleti görüyor.
Türk milletinin gördüklerini biz düşünüyor, tatbik etmek için uğraşıyoruz.
Farkındayım, engellerle ihata edilmiş, tuzaklarla çembere alınmış zorlu bir yolculuğun seyrüseferindeyiz.
Sabır ve sebat pusulamız; iyi niyet ve iyimser bekleyiş motivasyonumuz; hoşgörü ve samimiyet davranışımız; kararlılık ve katılaşmış ön yargıları incelikle aşmak stratejik gayemizdir.
İnsanlığın asırlardan buyana çözemediği en muharrik sorunlardan birisi, belki de en önemlisi birlikte yaşamaktır.
Dünya çapında aileden toplum ve milletlerin geneline kadar temin ve telifi bir türlü arzu edilen düzeyde sağlanamayan karmaşık sorun budur.
Fakat Türk milleti bu soruna kahramanca göğüs germiş, bugüne kadar varlık ve birliğini bazı pürüzlere rağmen korumayı ve kollamayı bilmiştir.
Amacımız beşeriyet aleminde kutup yıldızı gibi parlayıp, insanımızı yine insanımıza ebedi yurt yapmaktır.
Kavgayla gideceğimiz bir yer yoktur.
Sıkılı yumruklarla varacağımız bir hedef yoktur.
Titreyip tam olarak kendimize geldiğimiz takdirde; sosyal, ekonomik, diplomatik ve siyasi mihverde bizi tutabilecek, bize yetişebilecek, hatta bizimle boy ölçüşebilecek hiçbir ülke veya millet olamayacaktır.
Birbirimizin ayağına basarsak sendeleyip yere kapaklanmak kaderdir.
Halbuki el ele tutuşup zamanın ve zeminin omuzlarına basarsak, yıldızları avucumuza alamazsak bile görüş açımız genişler, ufuk çizgisini görme ihtimalimiz gerçeğe döner.
Çevremizde oynanan oyunları görmeyen ve idrak etmeyen sanıyorum kalmamıştır.
Suriye’de 8 Aralık devrimiyle beraber zulüm dönemi kapanmıştır.
Baas rezaleti geriye harap bitap bir ülke bırakmıştır.
Şimdi vakit Suriye’nin inşa, ihya ve ayağa kalkma vaktidir.
Geçiş hükümetinin aldığı kararlar, verdiği pozitif mesajlar anlamlı ve değerlidir.
Özellikle bölücü terör örgütü PKK/YPG’ye Suriye’de asla yer olmadığının ve olmayacağının vurgulanması bölgesel risk ve tehdit havasını yumuşatmıştır.
Temkini elden bırakmadan, rehavete kapılmadan, Suriye’de teessüs eden yeni yönetimin, tüm Suriyelileri eşit şekilde temsil etme hususundaki yapıcı siyasetine destek vermek çok boyutlu diyaloglarımız adına isabetli bir yaklaşımdır.
Suriye’yi iç savaşa çekmeyi projelendiren, etnik ve bilhassa mezhebi kargaşaya sürüklemeyi amaçlayan bir tahrik ve provokasyon mekanizması işletilmektedir.
Buna karşı son derece dikkatli olmak lazımdır.
Esad zulmünden yara bere içinde kurtulan Suriye’nin dehşet verici bir anafora düşmesi bölgesel istikrar ve barışı Allah muhafaza hepten yok edebilecektir.
ABD’de yeni yılla beraber oynanan DAEŞ oyunu, patlayan bombalar, yapılan saldırılar Trump’ın koltuğuna oturmasına sayılı günler kala Suriye’de sinsi bir hazırlığın yapıldığına işaret değilse acaba nedir?
PKK/YPG/DAEŞ/İsrail ve ABD’nin derin yapılanması Suriye’de mevcut statükonun Türkiye aleyhine değişmesi hususunda adeta emel ve eylem birlikteliği içindedir.
PKK/YPG’nin İsrail’den medet umması, ABD’ye imdat çağrısı, birden bire DAEŞ kartının sahaya sürülmesi alçak bir tasarımın ve kanlı bir planlamanın ara istasyonları olmadığını kim söyleyebilir? Buna bizi kim inandırabilir? Kimler ikna edebilir?
Büyük resme bakınca gördüğümüz emperyalist bir komplonun üzerimize geldiği, etrafımızı kuşattığıdır.
Suriye’nin istikrar ve barış ortamı Türkiye için kırmızıçizgidir.
Aynı şey Irak için de geçerlidir.
Biz, ne içimizde ne de dışımızda kanlı silah, kandan geçinen terörist ve bölücü terör örgütü istemiyoruz.
Türk-Kürt kardeşliğini dinamitlemeyi, Türkiye ve bölge ülkelerini kaosa itmeyi hesaplayan kim varsa alayı birden karşımızdadır ve buna yönelik mücadelemiz can pahasına sürdürülecektir.
Yeni yüzyılda milli kenetlenmeyle, barışçıl Türkiye’nin dev uyanışıyla dış basınç ve baskılar etkisizleştirilecektir.
Bu vatan hepimizindir.
Ay yıldızlı al bayrak hepimizin bağımsızlık simgesidir.
Türkiye Cumhuriyeti devleti Türk milletinin varlık ve egemenlik hükmüdür.
Ne vatanımızdan fedakârlık ederiz ne milletimizden vazgeçeriz.
Ne devletsiz yaşarız ne de esarete tahammül ederiz.
Biz Türk milletiyiz.
Birlikte çok daha güçlüyüz.
Herkes bilsin ki, sayılmayız parmak ile, kırılmayız vurmak ile.
Muhterem Arkadaşlarım,
Çağımızın milletler mücadelesi olduğu düşünüldüğünde, mukayeseli üstünlük kuracağımız stratejik alanların çoğalması çok önemdedir.
Yeni dünyanın gelişim ve ilerleyiş sürecine pasif bir izleyici olarak, edilgen bir zihniyet merceğinden bakmamız doğru ve mantıklı değildir.
Şunu bir defa ifade etmek isterim ki, sağlıklı ve ayakları yere basan, aynı zamanda kökünden ve öz değerlerinden kopmayan değişim dinamikleri kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.
Tarih şuuruna sahip toplumların, geleceği kavrama ve kurma iradesine haiz milletlerin çağın gerisine düşmeleri, hadiseleri geriden takip etmeleri aklın doğasına aykırıdır.
Geçmişi kucaklamadan geleceğin köprülerini inşa neredeyse imkansızdır.
Avrupa referanslı bilim ve sanat tarihi, Türk ve İslam âleminin yükseliş trendini adeta perdelenmesine hizmet ederek oryantalist zihniyeti meşrulaştırmaya çalışmıştır.
Bu nedenle özgüvenimiz on yıllarca aşındırılmıştır.
Mesela arabesk müziği devamlı horlanmış ve küçümsenmiştir.
Bununla da kalınmamış, bir dönem yasaklanmıştır.
İnsanımızın iç çekişine, yaralanmış yüreğine, ıstırap çizgileriyle derinleşmiş yüzüne, yitik sevdalarına tercüman olan her ses, her sanatçımız adeta öcü gibi gösterilmiştir.
Arabeskin çıkış nedenini, çarpık şehirleşmeden kaynaklanan varoş kültürüne bağlayanların cehalet ve küstahlıkları uzun yıllar elitist çevrelerde kabul görmüştür.
İnsanımızın ruh köküne inemeyen, saklı dünyasına nüfuz edemeyen, yaşanan acılarını hissedemeyen kim varsa arabesk müziğini çağ dışı bulmuştur.
Gerçi asıl çağ dışı olan, asıl milletin hayat gerçeğini tanımayan bu zeka ve vicdan özürlülerdir.
Gözden akmayan yaşların kalbin nehir yatağından sel gibi akışını fark etmek için yanık ve hisli bir seslenişe çok defa ihtiyaç duyulmuştur.
Arabesk bizim geleneğimizin süsü, sedası ve gerçeğidir.
İnsanın kendisine bakışını, kendi kendisini tanımasını, yürek sesine kulak vermesini, dahası iç medeniyetinin barış ve uyumuna destek olmasını, belki de ruhundaki yasak bölgeye girmesini kolaylaştıran bir anahtardır.
Milyonlarca vatandaşımızın kalbinde taht kuran arabesk müziğinin duayen isimlerinden birisi, çok değerli kardeşim, arkadaşım, Allah vergisi sesiyle ve her biri altın değerindeki eserleriyle gönüllere su serpen, hatırasıyla herkese yetecek olan Merhum Ferdi Tayfur’a huzurlarınızda bir kez daha Allah’tan rahmet niyaz ediyorum.
Mekanı cennet, ruhu da şad olsun inşallah.
Öteden beri, tarihine küskün, değerleriyle kavgalı nesillerin yetişmesi için mağlup ve mukallit dayatmalar maalesef sürekli kamçılanmıştır.
Başkalarına özenerek kaynaklarımız kötülenmiştir.
Batıya karşı siyasi ve fikri kompleksler ister istemez yabancılaşmayı, yozlaşmayı beraberinde getirmiştir.
Neredeyse sanatın, bilimin, bilimsel düşüncenin, icatların, keşiflerin sadece Batı menşeli olduğunu servis eden sömürgeleşmiş ve soyulmuş kafalar milletimize ölümü gösterip sıtmaya razı etmek için cephe almışlardır.
Aleme nizam verme iddiasında olan bir medeniyete tarihimizin bazı dönemlerinde büyük haksızlıklar yapılmıştır.
Hem yalan söyleyen, hem yanlışa ortak olan, hem de yanıltan devşirilmiş zihniyetler gelişme ve kalkınma süreçlerini devamlı sekteye uğratmışlardır.
Halbuki Avrupa güneşin dünyanın etrafında döndüğünü esas alan Batlamyus çarpıklığına inanırken Türk-İslam medeniyeti parlak dönemini yaşıyor, dünyanın güneşe uzaklığını ölçen alimleri yetiştiriyordu. Mesela El Zerkali bunlardan birisiydi.
Ortaçağ Avrupa’sında bir yanda kitaplar yakılırken, diğer yanda da fikir ve düşünce hürriyeti kelepçeleniyor, buna karşılık doğuda kütüphaneler, eleştirisel düşünce, bilimsel düşünme, yazma eserler, tercümeler beşeriyetin ufkunu aydınlatıyordu.
Mütefekkirler, âlimler, arifler, zanaatkârlar, sanatçılar, fazıl ve faziletli mutasavvıflar, devirlerini ve kendi ölçülerini aşmış bilginler pırıl pırıl aydınlık saçıyorlardı.
Merhum Cemil Meriç’in ifade ettiği gibi ışık doğudan yükseliyordu.
Türk milleti asırlarca çift başlı kartal gibi, bir ayağıyla Doğuyu, diğeriyle da Batı’yı tutmuştu.
Türk-İslam medeniyeti buluşların, muhteşem eserlerin, deha mertebesindeki münevverlerin, adalete önem veren yöneticilerin sayesinde insanlığın itibar ve görkem koltuğundan uzunca bir müddet inmemişti.
Batı kendi içinde kıvranırken İbn-i Rüşd akılcılığıyla, Gazali sezgisiyle, Mevlana nefesiyle, Yunus dizeleriyle, Yusuf Has Hacib duyuşuyla, Kaşgarlı Mahmud basiretiyle, Farabi vizyonuyla tarihe iz ve eserler bırakıyordu.
İbn-i Sina, hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir, sözünü söylerken, insanlık hem kör, hem de sağırdı.
İbn-i Haldun siyaset felsefesini asabiyyet ve mülke dayandırırken, onu rol model alacaklar henüz doğmamıştı.
Batı bunalım ve çürüyüş kapanındayken, yine İbn-i Haldun devleti medeniyeti mümkün kılan siyasal ve sosyal birim olarak yorumlamış, bu alanda Türk devlet geleneği zirvedeki yerini muhafaza etmişti.
İmam Mâturîdî akıl derken, akıl tutulması Avrupa’ya taht kurmuştu.
Ve diyordu ki, Allah aklı, yararlı ile zararlıyı belirlemede, iyi ile kötüyü ayırt etmede kullanılması gereken bir vasıta olarak yaratmıştır.
Mâturîdî, aklın tanımı veya mahiyetinden ziyade ona yüklenen işlev üzerinde durmuş, muhteşem bir fecir olup insanlığın ufkuna fener tutmuştu.
Velakin ne kadar kıymeti bilindi, bu ayrı bir tartışma konusudur.
Nereden nereye geldiğimizi mutlaka sorgulamak zorundayız.
İçine düştüğümüz çelişkiyi aşmak mecburiyetindeyiz.
Dün neredeydik, bugün ne durumdayız, bu muhasebeyi yapmak boynumuzun borcudur.
Çünkü hakikat neredeyse biz hep orada olduk.
10.Yüzyılda Batı yerinde sayarken Biruni boylam derecelerini ölçmek maksadıyla Gazne’den bugünkü Bağdat’a iki sene boyunca yürümüştü.
Peki dünkü gelişme ve görkemin neden gerisine düşülmüştür?
Irak, Suriye, Libya niye perişan haldedir?
Biz dert ediyoruz, kaldı ki üzerinde düşünüyor, çare ve çözüm üretiyoruz.
Barış, huzur ve istikrarın kaybolma nedenlerini uzaklarda aramıyoruz.
Bu nedenle beka diyoruz, haysiyetli hayat diyoruz, coğrafyanın mesajına kulak verip birlik ve beraberlik çağrısı yapıyoruz.
Türk-İslam medeniyeti geçmişte inandı, kenetlendi, kendine güvendi, elbette çok şeyler kazandı, insanlığa çok şey kazandırdı.
Ama bugünkü hali yürek burkucudur.
Tıpkı geçmişte olduğu gibi; ön alan, koordinat çizen, tayin ve tasdik eden bir pozisyona gelmedikten sonra beşeriyet kervanına yön verilmesi imkânsızı umut etmekle eşdeğerdir.
Daha onlarca örneğini verebileceğimiz ilmin ve irfanın kutup yıldızları, Doğu’nun Batı karşısında bir zamanlar ezici ve açık ara üstünlüğünü resmetmektedir.
Türk milleti bu kapsamda zafer tuğunun, bilim ve bilgi onurunun her dönemde taşıyıcısı ve öncüsü olmuştur.
Hikmet ve hidayet sahibi muhterem zatlar akılla kalbi bağdaştırmış, duyguyla mantığı birleştirmiş, şüphesiz medeniyetimizi hakkıyla tanıtıp temsil etmişlerdir.
Türk-İslam kudreti yalnız kılıçla, yalnız fütuhatla, yalnız cihat ve gazayla başarıya ulaşmamış; hepsinden önemlisi kalemle, kelamla, kitapla, tefekkürle gücüne güç katmıştır.
Çağlar boyunca bugünleri bile imrendirecek şekilde mürekkep nehrinden kitap ummanı oluşmuş, madde ve manayı ortak bir idealde buluşturan, insanlığın yararına vakfeden derin kavrayış kıtaların ruhuna sinmiştir.
Üzülerek söylemeliyim ki Türk-İslam kültürü gelişme rotasını koruyamamıştır.
Muhteşem eserler bulanıklaşmış ve solmuştur.
Geçmişi geleceğe ekleyecek yeni ve farklı bir yol açılamamıştır.
Merhum Peyami Safa insanın en kolay kendini aldatacağını söylerken teşhis mahareti göstermiştir.
Bugün Ortadoğu’da herkes birbirini aldatmaktadır ve hasımdır.
Bilim, teknik, hoşgörü ve uzlaşmada gerçekleşmeyen sıçrama; şimdilerde sosyal, siyasal ve ekonomik maliyetlerin daha da kabarmasına sebeptir.
İstikrarlı olmayan, sosyal barışı sağlayamayan, huzuru bulamayan, denge ve düzeni yakalayamayan bir ülkenin kalkınması ve medeniyet pistinden kalkışa geçmesi elbette mümkün değildir.
Barış ve kardeşlik korunmadan, toplumsal düzen ve ahenk temin edilmeden, ben yerine bizi, bencillik yerine yardımlaşmayı, aç gözlülük yerine paylaşmayı, acımasız rekabet yerine dayanışmayı ikame etmeden herhangi bir yere varmamız sadece hayaldir.
Bu nedenle birliğimizi, kimliğimizi ve varlığımızı her düzeyde savunmak geçmişteki övündüğümüz dönemleri yakalamak ve hatta aşmak için ilk ve en önemli kural olarak görülmelidir.
Türk-İslam ahlakını yaşamış, akıl ve izanla beraber merhamet ve şefkati yüceltmiş bir coğrafyadan seri katiller nasıl çıkar, caniler nasıl çıkar, iblise ruhu satanlar nasıl çıkar, mazlumlara kast eden teröristler nasıl türer?
İslam’ı terörle ilişkilendirme alçaklığına teşebbüs edenlerin şerefli maziden ne kadar haberleri vardır?
Bir karıncanın hakkını bile koruyan bir dini karalamak, Türklüğe saldırmak nasıl bir gözü dönmüşlük ve düşmanlıktır?
Kanuni Sultan Süleyman devrin Şeyhülislam’ı Ebusuud Efendi’ye sorar:
Dırahta ger ziyan etse karınca,
Günâhı var mıdır ânı kırınca?
Yani, eğer karınca ağaca zarar veriyor ve onu kurutuyorsa, karıncayı yok etmenin bir günahı var mıdır? Diye sorar.
Dobra dobur konuşan, doğruları saklamaktan kaçınmayan Şeyhülislam şöyle cevap verir:
Yarın Hakk’ın dîvânına varınca,
Süleyman’dan hakkın alır karınca.
İşte biz buyuz.
İşte böylesi asil, adil ve soylu bir ecdadın ahfadıyız.
Şunu unutmayalım ki, dışarıdan gelip yenemeyenler, içeriden çözmeyi deniyorlar.
Kullandıkları kirli araçlar ve aracılar da bellidir.
FETÖ, PKK, DEAŞ, kiralık tetikçiler, işbirlikçi yöneticiler, bölgesel senaryolar, etnik ve mezhep fesadı, zillete düşmüş siyasi partiler işte bunlardan bazılarıdır.
Türkiye’de CHP bunların kontrolündedir.
İP bunların kolcusudur.
Hesap hep aynıdır ve kalleştir.
Hedef hep aynıdır ve hıyanettir.
Türk-İslam alemi direnmeli, birlik ve dirliğini sağlayarak ayağa kalkmalıdır.
Huzur herkesin hakkıdır.
Adaletli paylaşım, hakkaniyetli bölüşüm, insanca yaşam herkesin ortak kaderi olmalıdır.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin dünyayı Türkçe okurken ulaşmak istediği ve teklif ettiği ahlaki düzen ve denge arasında bunlar da vardır.
Türk milliyetçiliği mazlum milletlere umut olabilecek seviyede, her insana, her millete saygıyla birlikte Türkiye’nin hak ve çıkarlarını cesaretle savunacak, dik baş, tok karın, mutlu yarın ilkesine ruh verecek müktesebattadır.
Türkiye’nin güvenliği Misak-ı Milli haritasının son sınırından başlamaktadır.
Bu nedenle Türkiye komşu coğrafyalarda nerede bir kanayan yara varsa oradan bulunmalıdır.
Tehdit ve tehlikeleri kaynağında yok etmelidir.
Türkiye’nin emperyal hedefler taşıdığını iddia edenler bize göre yediği ekmeğe ihanet eden, içtiği suya zehir katan, soluduğu havaya nankörlük yapan zalim piyonlarıdır.
Bunlar gitsin teröristlerin kanlı tiyatrosunu izlesinler.
Gitsinler devrik Esad’la yanak yanağa versinler.
Gitsinler CHP’yle birlikte aynı kafese girsinler.
Ve gitsinler bir daha da gelmesinler.
Değerli Arkadaşlarım,
Yegâne kaygısı devlet ve millet bekasının muhafazası olan Milliyetçi Hareket Partisi; dengeli siyaseti, disiplinli teşkilatı, inanmış kadroları, devasa milli duruşuyla ümit olmaya, tahribatları onarmaya, tehditlerle mücadeleye inançla devam edecektir.
Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı istikbalin ve istiklalin müdafaa ve mücadele şuurudur.
Kararlılığımızdan geri adım düşünülemeyecektir.
Milli kaderimizi tesadüflerin akıntısına bırakmayacağız.
Cumhur İttifakı’na sahip çıkacağız, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni yaşatacağız.
Söz verdik, kesinlikle yapacağız.
Duruş gösterdik, mutlaka riayet edeceğiz.
Hıyanet dalgaları tsunami boyutunda olsa da, irade ve imanımızla direneceğiz, direndikçe korkulukları devireceğiz, devirdikçe korkakları kevgire çevirip Türkiye’nin önünü açacağız.
Huzurumuza kast eden fail ve fiilerle mücadelemiz durum ve şartlara göre değişim göstermeden, olay ve olgulara göre şekil almadan sürecektir.
Siyasetimiz istikrarlıdır, aynen korunacaktır.
İlkelerimiz belli ve berraktır, aynısıyla ilerletilecek, ileriye taşınacaktır.
Ülkülerimiz kutlu ve kutsaldır, daha da yükseklere çıkarılacaktır.
Ne yapacaksak açıkça yaparız, mertçe yaparız, yaptığımızı da adam gibi açıklar ve sahipleniriz.
Beyhude işlerle avunmayız.
Saklayacak, gizleyecek, üstünü örtecek ayıbımız olmadığından müsterih ve müftehir bir vicdanla hareket ederiz.
Arkadan dolaşmayız, kenardan bakmayız, kıyıda köşede el ovuşturmayız.
Komşuda pişsin bize de düşsün demeyiz.
Biz ki, siyasi ömrü 56 yılı bulan, fikri mazisi bir buçuk asra ulaşan şehit ve gaziler kervanı Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.
Milletimizi doğrudan ilgilendiren, siyaseti meşgul eden, insanı ve insanlığı direkt etkileyen her konu başlığı, her gündem maddesi üzerinde sabırla ve akılla duruyoruz.
Bana ne demiyoruz, başımızı kuma gömmüyoruz, duyarsızlık göstermiyoruz.
Her soruna şifresiz çözüm yolu bulmaya çalışıyoruz.
CHP sapıtsa da, Türkiye’nin kuyusunu kazmak için çabalasa da, buna Allah’ın izniyle Cumhur İttifakı olarak izin vermeyeceğiz.
Bizim için milli birlik ve kardeşlik ile milli beka hayat memat konusudur, ülke güvenliğimiz, aynı şekilde ekonomik güvenliğimiz ihmali mümkün olmayan değerdedir.
Terörle sonuç alamayanlar, gezi provokasyonunda istediklerini bulamayanlar, darbe teşebbüsleriyle altın vuruşu yapamayanlar, ellerindeki son koz olan ekonomik silahlarla etrafımızı habis ur gibi sarmaya tevessül etmişlerdir.
Elbette alayı birden püskürtülmüştür.
Biz Türk milletinin yanındayız, ister ehl-i salip olsun, ister küresel emperyalist kumpas olsun, isterse de yedi düvel karşımızda ip gibi dizilsin, biz bu vatandan, bu bayraktan, tek bir insanımızdan asla ama asla ödün vermeyeceğiz.
Önümüzdeki süreçte;
Bölgesel hadise ve ilişki ağlarının sıklet ve ilerleyişi,
Irak ve Suriye’nin kuzeyini havi; İran, Filistin, Lübnan ve Libya’yı merkezine alan bölgelerdeki gelişmelerin seyir ve istikameti,
Fırat’ın doğusu ve batısındaki arayışların seviye ve ihtirası,
Yeni hükümet sisteminin kökleşmesindeki çabaların sebat ve insicamı,
FETÖ ve PKK başta olmak üzere, sınır içi ve sınır ötesinde yuvalanan terör örgütleriyle mücadelenin sabır ve ifası,
Uluslararası ilişkilerin dengeye gelmesindeki çalışmaların seciye ve ivmesi,
Ekonomideki normalleşme, denge-disiplin-değişim hedeflerinin selamet ve iradesi,
Türkiye’nin milli güvenliğini ve toprak bütünlüğünü tehlikeye atan belirsizlikleri yenme azmi emperyalist hesapları boşa düşürecek fırsat ve imkânları muhakkak süratte gün yüzüne çıkaracaktır.
İnancımız ve beklentimiz budur.
Türkiye makûs talihini yenecektir, zira buna mecburuz.
Bu düşüncelerle konuşmama son verirken, aziz milletimizin, Türk-İslam aleminin ve sizlerin yeni yılını bir kez daha tebrik ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Hepinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.
Sağ olun, var olun diyorum.