SORU 1- Kırım Türklerinin tarih boyunca en büyük umudu ne olmuştur?
Zafer Karatay:
Kırım Türklerinin tarih boyunca elbette en büyük umutları Türkiye olmuştur. 1783 yılında Kırım, Çarlık Rusyası tarafından işgal edildikten sonra yapılan baskılar neticesinde on binlerce Kırım Türkü, dalgalar halinde Osmanlı Devleti topraklarına, Dobruca’ya ve Anadolu’ya göç ettiler. Bu göçler tarih boyunca devam etti.

En son, 2014 yılında Rusya tarafından işgal edildikten sonra ve 2022 yılında Rusya’nın Ukrayna’yı tamamen işgal etmek için saldırmasıyla birlikte yeni göçler, Türkiye’ye geldi. 1500 yıllık Türk-İslam yurdu olan Kırım, namazlarını kıbleye dönük kılarken, aynı zamanda bu kıbleye Türkiye’yi de içine alıyordu. Rusya’nın baskıları altında veyahut onun yerine gelen Sovyet rejimi döneminde kıbleden gelecek iyi haberler hep Türkiye’den beklenirdi.

Türkiye, elbette 2014 yılında Kırım’ın Rusya tarafından işgalini ve düzmece, uydurma bir referandumla meşrulaştırma teşebbüsünü tüm demokratik ülkeler gibi tanımadı. Cumhurbaşkanı düzeyinde, dışişleri bakanı düzeyinde ve diğer yetkililer düzeyinde 2014 yılından günümüze kadar defalarca açıklamalar yapıldı. Bu konuda Türkiye’nin tutumu ve desteği için müteşekkiriz.

Türkiye’nin Kırım Türkleri için önemini anlatan bir makalemi Emel dergisine yazmıştım. (Makale linki: Emel Dergisi)

Kırım’ı biz kazanacağız ve asırlardır Türk yurtlarını işgal eden Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra büyük bir sevinçle karşıladığımız bağımsız Türk Cumhuriyetlerini tahakküm altında tutan, baskı altında tutan Rusya yenilecek. Türk Devletleri İş Birliği Teşkilatı ve Türk dünyası rahat bir nefes alacaktır. Bu savaş, Türk dünyasının gelecek kaderini de belirleyecek, Kırım’ın kaderini de belirleyecek, Kırım Türklerinin kaderini de belirleyecek bir savaş olacaktır.

1390423 (1)

SORU 2- Kırım sürgünüyle ilgili ailenizden veya tanıklıklarınızdan unutamadığınız bir anıyı bizimle paylaşabilir misiniz?
Zafer Karatay:

18 Mayıs 1944’te Stalin Sovyet rejiminin Kırım Türklerini topyekûn vatanlarından sürmesi, tarihin gördüğü en büyük insanlık trajedilerinden birisidir. İkinci Dünya Savaşı sonunda Türkiye’ye saldırmayı planlayan, Boğazlar meselesini ve Kars ile Ardahan’ı talep eden Stalin Sovyet rejimi, Türkiye’ye saldırdığında Türkiye’ye destek vereceğinden şüphelendiği Kırım Türklerini, Çeçenleri, İnguşları, Karaçay ve Malkar Türklerini, Ahıska Türklerini 1943 ve 1944 yıllarında vatanlarından topyekûn sürgün etti. Türkiye ile olan sınırda temizlik yaptı.

Elbette bu sürgünün nasıl olduğunu bizler de yazılan kitaplardan, makalelerden, gençlik yıllarımızda elimize geçen hatıralardan dinledik. Ama sürgünün dehşetini, masum ve mazlum insanlardaki korkunç tahribat ve tesirini gerçek boyutlarıyla ve gerçek manada idrak etmem, 1989 yılında oldu.

O yıllarda eski SSCB’den nadir de olsa Kırım Tatarları Türkiye’ye gelmeye başlamışlardı. Arire Nezetli de ilk gelenlerden birisiydi. 1989 yılı Haziran ayında Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği İstanbul Şubesi’nden bir grup arkadaş, Safiye Nezetli’nin evine, Arire Nezetli’ye “hoş geldiniz” ziyaretine gittik. Bizlere Kırım’dan bambaşka esintiler getiren, Kırım’ı bir başka gözle görmemizi sağlayan, Kırım ve Kırım sevgisiyle dopdolu Safiye Nezetli’nin evine yaptığımız bütün ziyaretler, Safiye teyzemizin bizlere ikram ettiği birbirinden nefis ve her seferinde değişik yemeklerin yendiği ve daima Kırım ile dopdolu geçen ziyaretler olurdu.

Arire Nezetli için gittiğimiz o akşam da o evdeki tadına doyumsuz ve asla unutamayacağım Kırım akşamlarından biri olarak devam ediyordu. Nefis yemekler, sürgünden dönmeye mücadele eden insanlarımız, genel mücadelemiz ve Kırım’ın geleceği hakkında sohbetlerin ardından her zamanki gibi önce neşeli, sonra hüzünlü Kırım yırları (şarkıları) yırlamaya başladık. Arire Nezetli de gözlerinin içinde pırıltılar, yüzünde tatlı bir gülümseme ile ve son derece mutlu bir şekilde bizleri seyrediyor, zaman zaman mırıldanarak yırlarımıza eşlik ediyordu. Tam karşımda oturduğu için sürekli ona bakıyor, yüzünden ve gözlerinden bana da yansıyan mutluluğu paylaşıyordum.

Arkadaşlarım “18 Mayıs gecesinde prikaz okundu” sözleriyle başlayan sürgün yırını söylemeye başladılar. Gözlerim o anda Arire Nezetli’nin yüzündeydi. Ben de şarkıya başladım ama “18 Mayıs…” dedim, arkasını getiremedim. Sürgün yırı olmasına rağmen bizim sesimizde, o andaki ruh hâlimizde neşe hâkimdi. Ağzımızdan çıkan “18 Mayıs…” sözleriyle birlikte bir insanın yüzündeki ifadenin böylesine değiştiğine hayatımda ilk defa tanık oldum.

Bu değişim bir saniye bile sürmedi. Bir anda Arire Nezetli’nin yüzündeki mutluluğun yerini dehşet, gözlerindeki pırıltıların yerini, çekilen acılar ve üzüntülerin yüzünde yer ettirdiği derin çizgilerden aşağı süzülerek inen gözyaşı seli almıştı. Az önce mutluluk yansıtan bu yüzde bu derin çizgiler de yoktu. Bir an yüzünde beliren bu çizgilerin, tıpkı yağmur sularının ve sellerin dümdüz, verimli ovalarda, sarp ve çiçeklerle dolu yamaçlarda meydana getirdiği dereler gibi, yıllardır gözlerinden akan yaşlar tarafından meydana getirilmiş çizgilermiş gibi geldi.

Boğazıma bir şeyler düğümlenmişti. Sanki zamanla birlikte her şey durmuştu. Şarkıyı söylemeye devam eden arkadaşlarımın sesleri bir uğultu ve vagonların gıcırtısı gibiydi. Sadece ağızları açılıp kapanıyor, dudakları bir şeyler mırıldanıyor gibiydi. Orada var olan ve yaşayan, hareket eden yalnızca Arire Nezetli’nin gözyaşları ve yüzündekilerdi; sonsuz ıstıraplar, tarifsiz işkenceler, masum ve mazlum insanların uğratıldıkları haksızlıklar ve bu haksızlıklara duyulan büyük isyan…

Bengü Türk'ün Başarılı Spikeri Elif Yıldırım Dünyaevine Girdi Bengü Türk'ün Başarılı Spikeri Elif Yıldırım Dünyaevine Girdi

Ama bir şey yapamamanın öldüren çaresizliği, hayvan vagonları, vagonlardaki sefalet, kuruyan bir pınarın başında kurumuş ve kavrulmuş bir çiçek gibi annesinin kurumuş memesinden gelmeyen ve bir daha da gelmeyecek sütü beklerken ölmüş bebek… Sıcaktan kokmuş anaların, babaların, kardeşlerin, halaların, teyzelerin cesetleri… Ufukta sisler arasında kaybolan demiryolu, hızla geçen trenler, tren penceresinden birbiri ardına geçen direkler ve bu direklerin dibinde kimisi yatmış kimisi direklere yaslanmış ölüler… Direklerin tepelerinde akbabalar, az ötede tepenin üstünde dilini yalayan çakallar…

Bir gün değil, iki gün değil, bir hafta değil… 20 gün, 25 gün, 30 gün, bazen daha fazla süren yolculuk… Sıcak, pislik, bit, açlık, ölüm, susuzluk, masumiyet, haksızlık, isyan, sabır, korku… Kısaca 18 Mayıs sözünün Arire Nezetli’de hatırlattığı her şey, onun gözlerinden akan gözyaşlarıyla damla damla bana aktı.

Gözlerimden beliren yaşlarda elbette Arire teyzenin ve onun gibi binlerce masum Kırım Tatarının 18 Mayıs 1944 sürgününde yaşadıkları tam tamına yoktu. Ama onların çektiklerini ilk defa böylesine derinden hissetmiş, bir an için onlarla beraber o dehşet günlerini yaşamış gibi olmuştum. Benim gözyaşlarımda daha çok isyan vardı; haksızlığa duyulan isyan. Kendimi, suçsuz yere zindanlara atılmış, ömrünün son günlerinde gün ışığını görmüş ama ömrü heba olmuş bir insan gibi hissettim.

İlk defa gerçek manada sürgünü yaşamış gibi hissettim. Tanrım! Şimdi yazarken bile düşünmesi korkunç. Ya yaşanması? Düşününce, gerçekten hissederek düşününce dayanması güç… Ya yaşarken dayanması?

O günden beri hiçbir Kırım Tatarına, sürgünü yaşamış Kırım Tatarına sürgün hatıralarını sormaya cesaret edemiyorum. Eğer sormam gerekiyorsa, bu ya Emel Dergisi için ya da TRT için hazırladığım Kırım Belgeseli için oldu. Elbette bu sürgünü kâğıt üzerinde anlatmak, sürgünün dehşetini bütün boyutlarıyla okuyucuya aksettiremiyor.

Kırım Belgeseli’nde de sürgünün her yönünü anlatmak mümkün olmadı. Zaten tek bir programla olması da mümkün değil. Bunun için yüzlerce, binlerce film yapılmalı; yüzlerce, binlerce roman yazılmalı. Çünkü sürgünü yaşayan her bir Kırım Tatarının başından geçen başlı başına bir film, bir roman konusu.

Gelecek nesillerin bilmesi, insanlığın asla bir daha böylesine facialara tanık olmaması için bu insanların hatıraları derlenmeli. En ince teferruatına kadar bilinmeli.

Birçok sürgün hatırasını Emel Kırım Vakfı olarak, sürgünün 50. yılında açtığımız www.surgun.org sitesinden okuyabilirler. Burada Ahıska Türklerinin sürgün kurbanlarının hatıraları da var.

SORU 3- Günümüzde Kırım Tatarlarının karşılaştığı en büyük sorunlar nelerdir?
Zafer Karatay:

Günümüzde Kırım Tatarların karşılaştığı en önemli ve en büyük problem, elbette 2014 yılından beri süregelen Kırım’ın işgali, savaş ve onun getirdiği çok ağır sorunlardır. 18 Mayıs 1944’ten sonra sürgünden yıllarca olağanüstü bir mücadeleyle vatanlarına dönmeye başlayan insanlarımız, özellikle 1988-1989 yılından sonra hızla Kırım’a dönerken bir taraftan yerleşmeye, bir taraftan da mali yöneticilerin engellerini aşarak evlerini ve işlerini kurmaya çalıştılar. 1991 yılında kurultayımız toplandı ve Kırım Tatar Milli Meclisi kuruldu. Meclisin başına da 15 yıldan fazla sürgünde ve hapishanelerde kalan, Sovyetler Birliği’nin en tanınmış insan hakları savunucularından biri olan Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu seçildi.

Hatırlarsınız, 1975-1976 yıllarında Kırımoğlu, 303 gün süren bir açlık grevi yapmıştı. O dönemde ülkücüler ve Türk milliyetçileri, onun açlık grevine destek vermişler, hatta öldüğü haberleri üzerine gıyabi cenaze namazları kılınmıştı. Birçok milliyetçi arkadaşımız da ona destek için açlık grevleri düzenlemişti. Ukrayna döneminde sıkıntılar, baskılar ve çeşitli zorluklara rağmen, Kırım Tatarları adım adım haklarını elde etmiş ve geleceğe umutla bakmaya başlamışlardı.

Ancak maalesef, 2014 yılında gerçekleşen işgal, tüm kazanımlarını bir anda yok etti. 18 Mayıs 1944 sürgününü anmak bile işgalci Rusya tarafından yasaklandı. Birçok Kırım Tatarı hapse atıldı, Kırım Tatar kuruluşları baskına uğradı, camilerde ve milli hassasiyeti olan insanlarımız fişlendi, tehdit edildi. Kaçırılan, öldürülen, kaybolan insanlarımız oldu. Liderimiz Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu, Kırım Tatar Milli Meclisi Başkanı Refat Çubarov ve meclisimizin önderleri sınır dışı edildi ya da haklarında ceza davaları açıldı. Meclisimiz, Ukrayna döneminde 1991 yılından 2014’e kadar sorunsuz çalışırken, işgalci Rusya tarafından yasaklandı.

Bugün Rusya hapishanelerinde 140 civarında Kırım Tatarı mahkûm. Bunların hiçbir suçu yok, tek suçları Rus işgaline boyun eğmemek. Rusya’da dokuz kişiyi öldüren bir katile 20 yıl ceza verilirken, hiçbir suçu olmayan insanlara 10 yıl, 17 yıl, 22 yıl, 23 yıl ceza verilmesi, işgalci Rusya’nın adaletsizliğini gözler önüne seriyor.

Biz, Emel Dergisi ve Emel Vakfı olarak, Rusya hapishanelerindeki bu kardeşlerimize mektup kampanyası düzenleyerek onların yalnızlıklarını paylaşmaya, onlara umut vermeye çalışıyoruz. Bu kampanyaya katılmak isteyenler, vakfımızın https://emelvakfi.org/rusyanin-esir-tuttugu-siyasi-mahkumlara-mektup-kampanyasi-7051/ adresinden bilgi alabilir ve bu kardeşlerimize bayram tebriği, iyi dilek ve dualarını içeren kartlar gönderebilir. Bu tür destekler, hem mahkûmlarımızı hem de onların Kırım’daki ailelerini çok sevindirecektir.

Kısaca, bu işgal ve işgalin getirdiği problemler, Kırım Tatarlarının en büyük problemidir. Bugün, bu savaş ve işgal sebebiyle birçok Kırım Tatarı, Kırım’dan, Ukrayna anakarasından, Türkiye’den ve çeşitli Avrupa ülkelerinden uzaklara dağılmış vaziyettedir. Gençlerimizi zorla silah altına alıp Ukrayna’da savaşa göndermek istedikleri için de birçok gencimiz Kırım’ı terk etmek zorunda kalmıştır.

İnşallah savaşın bitmesiyle yaralar yavaş yavaş sarılacaktır. Türkiye ile yollar yeniden açılacak, eskisi gibi günde 5-6 uçak, 50 dakikalık ya da 1 saatlik uçuşlarla Ankara’dan, İstanbul’dan gidip gelecektir. Karadeniz sahillerinden onlarca gemi, ticaret ve diğer yolculukları taşıyacak; Kırım ve Türkiye yine iç içe olacaktır.

SORU 4- Uluslararası toplumun Kırım meselesindeki duruşunu yeterli buluyor musunuz?
Zafer Karatay:

Dünya kamuoyunun ve ülkelerinin Kırım Tatar meselesine olan ilgisine gelince, 18 Mayıs 1944'te Kırım Türkleri vatanlarından sürüldüğünde bunu dünya duymadı, hiç kimse duymadı. Uzun yıllar bu insanların seslerine kulak veren olmadı. Kırım Türkleri kendi mücadelelerini başlattılar; kendi güçleriyle büyük bir birlik içinde vatan Kırım'a dönüş mücadelesi verdiler. Bu yıllarda ortaya çıkan Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu, hem Kırım Türklerinin hem de Sovyetler Birliği'nin en tanınmış insan hakları savunucularından biri oldu.

Ben Kırımoğlu belgeselini yaparken, Sovyetler Birliği'nin tanınmış insan hakları savunucularıyla röportaj yapmıştım. Onlar derlerdi ki: "Biz Moskova'da bir avuç insan hakları savunucusuyduk. 1967-1968'lerde Kırım Tatar milli hareketi ile tanıştık ve ondan sonra Sovyetler Birliği'ndeki insan hakları hareketi geniş bir kitlesel hareket oldu." Kırım Tatarlarının, şiddete başvurmadan, Kırımoğlu gibi büyük bir önderin yol başlığında verdikleri mücadele, elbette konuyu bilen, yakından takip eden uzmanlar, siyasetçiler, devlet adamları ve insanlar tarafından çok takdir ediliyordu. Halkımızın mücadelesi, itibarımızı yükseltmiştir ve bu, Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra da meyvelerini vermiştir.

Kırım Türklerinin mücadelesini kitlesel olarak dünya kamuoyuna en geniş şekilde duyuran kişi ise bir sanatçımız Cemal olmuştur. Hatırlarsınız, 1944 sürgününü anlatan şarkısıyla Eurovision birincisi olunca, bütün dünyada sıradan insanlar Kırım Tatarlarını ve onların başına gelen sürgünü öğrendi.

2014 yılında Kırım işgal edildikten sonra Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve bütün demokratik ülkeler Kırım'ın işgalini tanımadılar. Ukrayna devleti de daha önceki yıllarda ağırdan aldığı Kırım Tatar meselesini halletme yolunda adımlar attı. İşgalden sonra, Kırımların sürgün edilmesi, 18 Mayıs Kırım sürgünü, bir soykırım olarak tanındı ve Kırım Tatar Milli Meclisi, Kırım Tatarlarının en yüksek temsil organı olarak resmen kabul edildi. 18 Mayıs 1944 sürgününü anmak için artık bütün Ukrayna elçiliklerinde Kırım Tatar milli gök bayrağı ile beraber bayraklar göndere çekilerek bu sürgün kurbanları resmi olarak anılıyor. 18 Mayıs 1944 sürgününü, işgalden sonra şu ana kadar Kanada ve altı Avrupa ülkesi soykırım olarak tanıdı. Artık daha önce Kırım'ın kime ait olduğunu, hangi halka ait olduğunu, Slav toprağı olduğunu düşünen insanlar ve devletler, Kırım'ın yerli halkının Kırım Tatarları olduğunu biliyor ve destekliyor. Bununla ilgili olarak Avrupa'da pek çok faaliyet yapılıyor.

Son olarak şunu da belirtmek isterim ki, elbette bu Ukrayna savaşı, Rusya'nın işgali ve bu süreçler içerisinde, özellikle son üç yıl içerisinde Türkiye'nin geniş medya organlarında, televizyonlarda eski emekli askerler, sözümona araştırmacılar, üniversite görevlileri ve gazetecilerin yaygın olarak Rusya ve Putin hayranlığı duyarak bu savaşta Rusya'dan yana tavır göstermeleri, Kırım Türklerini en çok üzen konuların başında gelmektedir.

Aslında Türk kamuoyu şunu unutmamalı: Kırım'ın işgalinden sonra, Rusya'nın eski Genelkurmay Başkanı Gerasimov demişti ki, "Bu zamana kadar Karadeniz'in efendisi Türklerdi, bundan sonra biziz." Türkiye, Suriye'de savaş uçağını vurduğu zaman, Ruslar Ayasofya'yı hedef gösteren birçok paylaşım yaptılar. Rusya'nın ipiyle kuyuya inilmez; bunu Türkiye ve Türk kamuoyu çok iyi bilmek zorundadır.

İnsanlar bir gerçeği de görmezden geldiler: Türkiye’ye milyonlarca Suriyeliyi yönlendiren, Halep’i, Humus’u, Hama’yı bombalayan, hastaneleri, okulları, sivilleri vuran Rusya ve Rusya'nın silah verdiği Esad rejimidir. Umarız bundan sonra Türk halkı bir bütün olarak Kırım’a ve Türkiye dışındaki Türklere daha güçlü şekilde sahip çıkar.


 

 

Editör: Haber Merkezi