ABD'de 5 Kasım'da yapılan başkanlık seçimlerinden Cumhuriyetçi Donald Trump'ın zaferle çıkmasının ardından gözler Demokrat Biden-Harris yönetiminin dış politika karnesine çevrildi.
2016-2020 döneminde ABD'nin uluslararası sistemdeki rolünü sorgulatan ve en yakın müttefikleriyle bile sorunlar yaşayan Donald Trump'ın ardından 20 Ocak 2021'de iktidara gelen Demokrat yönetim, "ABD'nin küresel diplomasideki rolünü" yeniden tahkim etmek ve ittifak ilişkilerini güçlendirmek mottosuyla işe koyuldu.
Büyük ölçüde Başkan Joe Biden, Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan'ın şekillendirdiği dış politika mimarisi 7 Ekim 2023'e kadar "Rusya'ya karşı Ukrayna'yı desteklemek" ve "Çin'le küresel rekabette yarışı sürdürmek" şeklinde özetlenebilecek bir dengede gitti.
7 Ekim 2023'teki Hamas saldırılarının ardından Orta Doğu'daki dengeler değişirken, Biden yönetimi sorguya mahal bırakmadan, tüm ulusal ve uluslararası kamuoyu eleştirilerine rağmen İsrail'e koşulsuz destek verdi.
4 yıllık dış politika sürecinin son 1 yılına Gazze soykırımındaki ortaklığı damga vuran Demokrat Biden-Harris yönetimi, diğer küresel meselelerin ötesinde İsrail'in katliamlarına verdiği destekle hatırlanacak.
Biden göreve geldi, Trump'ın kararlarını alt üst etti
20 Ocak 2021'de yemin ederek göreve başlayan Biden, ilk gününde 10 başkanlık kararnamesine imza attı. Trump'ın birçok adımını geçersiz kılmayı amaçlayan kararlara imza atan Biden, ilk gününde Paris İklim Anlaşması'na geri döndü, Keystone XL Boru Hattı Projesi'ni iptal etti, bazı Müslüman ülke vatandaşlarına uygulanan vize yasağını kaldırdı, sınıra inşa edilen duvarın yapımını durdurdu.
Akabinde de Trump'ın ayrıldığı Dünya Sağlık Örgütüne (DSÖ) geri dönen ve bazı ülkelerden ABD'ye seyahatlerde Kovid-19 sınırlandırmalarını geri getiren Biden, ilk 100 gününde 42 başkanlık kararnamesine imza atarak bu alanda rekor kırdı.
Aldığı kararlarda "Trump'ın verdiği zararı telafi etmek" vurgusu yapan Biden yönetimi, dış politikada hızlı bir şekilde müttefiklerle ilişkileri tamir etme misyonuna başladı.
Döneme Gazze'deki soykırım damga vurdu
Biden-Harris döneminin dış politikaya olumsuz anlamda damgasını vuran süreç, kuşkusuz ABD yönetiminin Ekim 2023'ten bu yana İsrail'e verdiği koşulsuz destek oldu.
7 Ekim 2023'ten önceki süreçte "İran ve vekillerine karşı İsrail'in savunmasına destek" ile Filistin konusundaki geleneksel "iki devletli çözüm" pozisyonu arasında bir "denge" siyaseti güden Biden yönetimi, 7 Ekim'den sonraki süreçte tüm gücünü İsrail lehine ortaya koydu.
18 Ekim 2023'te İsrail'i ziyaret eden Biden, burada hem İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya hem de İsrail halkına "en güçlü şekilde arkanızdayız" mesajı verdi.
Washington'a döndükten sonra, İsrail'e yıllık 3,5 milyar dolarlık rutin askeri yardıma ek olarak yeni askeri yardımlar için harekete geçen Biden-Harris yönetimi, bir yıl içinde İsrail'e toplamda 17,9 milyar dolarlık askeri yardım gönderdi.
İsrail'in saldırıları ve insani yardımları engellemesi karşısında artan tepkileri dindirmek için Biden, şubat ayında bir adım atarak, ABD'den askeri yardımı alan ülkelerin insani yardımları kasten engellemediğinin Kongreye rapor edilmesini zorunlu kılan bir memorandum yayımladı.
Bu memorandumun ardından Dışişleri Bakanı Antony Blinken, İsrail'in Gazze'ye insani yardımları kasten engellediği yönündeki resmi raporları dahi göz ardı ederek 10 Mayıs'ta Kongreye "İsrail kasten insani yardımları engellemiyor" şeklinde bildirimde bulundu.
Aksi halde, ABD Dış Yardımlar Yasası'nın "620 I" bölümüne göre İsrail'e askeri yardımları askıya almak zorunda kalacak olan Biden yönetimi, ABD Uluslararası Kalkınma Ajansının (USAID) "İsrail Gazze'de kasıtlı olarak gıda yardımlarının girişini engelliyor" şeklindeki resmi raporlarını görmezden geldi.
Benzer şekilde Dışişleri Bakanlığı Nüfus, Mülteciler ve Göç Bürosu da Blinken'a gönderdiği raporda, "İsrail'in Gazze'ye giden insani yardımları kasıtlı olarak engellediği" ve dolayısıyla "ilgili yasa çerçevesinde İsrail'e gönderilmesi planlanan paranın dondurulması gerektiği" yönünde bildirimde bulundu.
9 Mart'ta yaptığı açıklamada "İsrail'in Refah'a olası kara saldırısını kırmızı çizgi sayarım" yorumunu yapan Biden, İsrail ordusunun mayıs ayından itibaren kente yaptığı saldırılar karşısında üstü örtük hafif eleştiriler dışında somut bir tepki ortaya koymadı.
Son 1 yılda Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi gündemine gelen 3 farklı "Gazze'de ateşkes" tasarısını da veto eden ABD, uluslararası arenada da İsrail'e kalkan olmaya devam etti.
Moskova'ya karşı Kiev'e güçlü destek
Şubat 2022'de Rusya'nın Ukrayna'ya başlattığı saldırıyla dünya gündemi bir anda değişirken, ABD yönetimi, "(Rusya Devlet Başkanı Vladimir) Putin'i zayıflatma" ve "Rusya'yı geriletme" stratejisinin sonucu olarak Ukrayna'ya güçlü şekilde ve kesintisiz destek verdi.
Her fırsatta "Ukrayna'nın kendini savunmasına" destek verdiğini savunan ABD yönetimi, Kiev'e 64,1 milyar dolar tutarında savunma yardımı yaptı.
Ukrayna'ya Patriot gibi önemli hava savunma sistemlerinin yanı sıra çeşitli silah ve mühimmatlar gönderen ABD, NATO gücünü devreye sokarak bazı Avrupa ülkelerinin Kiev'e F-16 göndermesini sağladı.
Rusya'yla doğrudan çatışmamaya özen gösteren ABD yönetimi, bu kapsamda ABD menşeli silahların Rusya topraklarında kullanımına hiçbir zaman izin vermedi.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, 2022'deki Rus saldırılarının başlamasından sonra ABD Başkanı Joe Biden ile Beyaz Saray'da 5 kez görüştü.
Bu süreçte ABD Kongresinde de birkaç kez konuşma yapan Zelenskiy, hem Demokratlardan hem de Cumhuriyetçilerden güçlü destek görürken, Trump birçok kez Biden yönetiminin Ukrayna savaşına çok fazla para harcadığını ve kendisinin başkan olması halinde bu desteği sonlandıracağını belirtti.
Bu süreçte başkan yardımcısı olan Harris, 2022 ve 2023 yıllarında katıldığı Münih Güvenlik Konferansı'nda, Ukrayna'ya ve Devlet Başkanı Zelenskiy'e güçlü destek verdiklerini vurguladı.
Harris, adaylığı sürecinde yaptığı tüm açıklamalarda başkan olması halinde Ukrayna'ya destek vermeye devam edeceğini kaydetti.
Çin'le küresel rekabette vites düşürmedi
2016-2020 döneminde Çin'den gelen ürünlere koyduğu ilave vergilerle ticaret savaşlarını başlatan Trump'ın ekonomi politikalarını hafifleten Biden-Harris yönetimi, bununla beraber özellikle Hint-Pasifik bölgesindeki Çin hakimiyetine meydan okuma konusunda somut adımlar attı.
Çin'le ekonomik ve ticaret anlamında "küresel rekabete" devam eden Demokrat yönetim, özellikle çip üretimi, yapay zeka ve ileri askeri teknolojiler gibi başlıklarda Pekin'in hızını yakalamaya ve mümkün olanlarda kesmeye çalıştı.
İlk olarak 16 Kasım 2021'de çevrim içi görüşme yapan Biden ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, 3,5 saatlik görüşmede ticari ve ekonomik ilişkiler, Hint-Pasifik bölgesi, Tayvan ve insan hakları gibi ana başlıkları ele aldı.
Aralarında dev firmaların da yer aldığı 59 Çinli firmaya "Pekin yönetimi ve Çin ordusuyla yakın ilişkileri" nedeniyle yaptırım kararı alan Biden yönetimi, bu kararlarında özellikle Çinli teknoloji firmalarının ABD'deki etkilerini sınırlandırmaya yönelik bir strateji izledi.
2021 ve 2022 yıllarında iki farklı süreçte Tayvan'a toplam 850 milyon dolarlık silah satışı gerçekleştiren ABD yönetimi, bu konudaki hassasiyetini her fırsatta dile getirdi.
Çin'in Hint-Pasifik bölgesindeki gücünü sınırlandırmak amacıyla Dörtlü Güvenlik Diyalogu (Quad) zirveleri, bu alanda Biden-Harris yönetiminin belki de en somut girişimi oldu.
2021'den itibaren Hindistan, Japonya ve Avustralya liderleriyle toplam 5 zirve düzenleyen Biden, bu zirvelerle Pekin'e "bölgedeki müttefiklerimizle birlikte daha güçlüyüz" mesajı verdi.
Türk-Amerikan ilişkilerinde inişli çıkışlı süreç
İkili ilişkileri olumsuz etkileyen birçok başlığın gündeme geldiği Trump'ın son döneminin ardından 20 Ocak 2021'de başkanlık koltuğuna oturan Biden, ilk icraatlarından biri olarak nisan ayında 1915 Ermeni olaylarına ilişkin geleneksel çizginin dışına çıktı.
Seçim sürecinde ABD'deki bazı lobilere verdiği sözü yerine getiren Biden, 14 Nisan'daki açıklamasında sözde "Ermeni soykırımını" tanıdığını ilan ederek ikili ilişkilere yeni bir gölge düşürdü.
2022 yılında başlayan Ukrayna savaşındaki jeostratejik ve jeopolitik rolü nedeniyle Türkiye, hem ABD hem de uluslararası kamuoyu nezdinde "çatışma çözümü aktörü" olarak sahneye çıktı.
Bu süreçte hem Rusya hem de Ukrayna ile doğrudan görüşen Ankara'nın bu güçlü pozisyonu, son dönemde Türkiye'ye oldukça mesafeli duran ABD Kongresinde dahi büyük takdirle karşılandı.
Türkiye'nin Ocak 2024'te İsveç'in NATO üyeliğine onay vermesinin ardından ABD yönetimi de Türkiye'ye F-16 satışı konusunda harekete geçti. Söz konusu satışa Kongreden itiraz gelmemesiyle birlikte ikili ilişkilerde uzun zaman sonra ilk kez somut ve güçlü bir adım atılmış oldu.
ABD'nin İsrail'e vermiş olduğu koşulsuz desteği sorgulayan Ankara, bu konuda Biden yönetiminin İsrail'in saldırganlığını durdurma noktasında somut adımlar atması yönünde açık çağrılarda bulundu.