MHP Genel Başkan Yardımcısı İsmail Özdemir, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Özbekistan Cumhuriyeti Hükümeti arasındaki uluslararası anlaşma hakkında konuştu.

MHP'li Özdemir'in açıklaması şu şekilde;

Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından 16 Aralık 1991 tarihinde bağımsızlığını kazanan Özbekistan'ı ilk tanıyan ülkelerden biri olan Türkiye’nin kardeş ülkemizle var olan münasebetleri her dönem önem arz etmiştir. Ne var ki bağımsızlığının ardından gelişen bazı şartlar sebebiyle inişli ve çıkışlı seyreden Türkiye ve Özbekistan ilişkileri 2016 yılında Sayın Cumhurbaşkanımızın Özbekistan’a yaptığı ziyaretle beraber ivme kazanmaya başlamıştır.

Benzer şekilde Özbekistan Devlet Başkanı Sayın Şevket Mirziyoyev’in de ülkemize yaptığı ziyaretle Türkiye ve Özbekistan arasındaki ilişkiler yüksek düzeyli stratejik iş birliği kapsamında ele alınmaya başlanmış ve şimdiye kadar aynı kapsamda çok sayıda konsey toplantısı icra edilmiştir. İkili ticaret hacmimizin 2023 yılı itibarıyla 3,5 milyar dolar seviyesine ulaştığı, Özbekistan’la var olan münasebetlerimizin her alanda büyük bir ivmeyle sürüyor olması memnuniyet vericidir. İki ülke arasında askerî eğitim ve teknoloji transferi konularında iş birliği her geçen gün daha da ileri seviyeye taşınmaktadır. Bu kapsamda Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde Özbekistanlı subaylara eğitim verilirken Türk savunma sanayisi tarafından üretilen zırhlı araçlar, insansız hava araçları ve çeşitli savunma ekipmanlarının ihraç edildiği ülkeler arasında Özbekistan da önemli bir yere sahiptir. Diğer yandan terörle mücadele, sınır güvenliği ve organize suçlarla mücadele alanlarında bilgi paylaşımı, eğitim ve ortak operasyonlar anlamında ilişkilerimiz de devam etmektedir. Bunun yanı sıra süregelen müspet ilişkilerimiz uzun yıllardır devam eden bazı sıkıntıların da tüm çevrelerin lehine sonuçlanabilmesi adına oldukça yapıcı sonuçlar doğurmuştur. Nitekim aralarında süregelen sınır anlaşmazlığının çözümü konusunda Özbekistan Cumhurbaşkanı Sayın Şevket Mirziyoyev ve Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sayın Sadır Caparov 2022 yılında anlaşmaya varmışlardır. Her iki devletle yakın ve samimi ilişkileri bulunan ülkemiz hem Özbekistan hem de Kırgızistan’a Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından ortaya çıkan anlaşmazlığın çözümünün makul bir zeminde tesis edilmesi için diyalog ve iş birliğini teşvik eden ve taraflara yapıcı ve barışçıl bir çözüm önerilerini de sunan çağrılarda bulunmuştur. Netice olarak, ülkemizin de desteğiyle iki ülke arasındaki sorun somut bir şekilde çözüme kavuşturulma aşamasına gelmiştir. Burada elbette ki Türk Devletleri Teşkilatı çatısı altında gösterilen birlikteliğin etkisinin ne derece önemli olduğunu belirtmek gerekir. Sadece kültürel değil, aynı zamanda akrabalık ve tarihî birlik anlamında da çok sıkı ilişkilerimizin bulunduğu Özbekistan 21’inci yüzyıla dair millî hedeflerimiz açısından önemli bir konumdadır. Türk ve Türkiye Yüzyılı hedefimizin paydaş ve ortaklarından bir tanesinin de Özbekistan olması ikili ilişkilerimizin stratejik temelini teşkil ettiği kadar, var olan güçlü bağlarımız ortak ülkü etrafında kenetlendiğimiz bir değeri de işaret etmektedir. Tarımdan enerjiye, kültürden eğitime, güvenlikten ulaşıma varıncaya kadar çok geniş bir yelpazede ivmelenen ilişkilerimizle sergileyeceğimiz birliktelik ve sadece iki ülke açısından değil, tüm Türk dünyası, Asya Kıtası ve hatta dünyanın geri kalanı açısından da değerli sonuçlar doğurmaya adaydır.

Yüz yıl önce biz İstiklal Harbi’ni yaparken Türkiye Büyük Millet Meclisinin şerefli mensupları Ulu Önder’imiz Atatürk'ün de bizzat vazifelendirmesiyle Özbekistan'a gitmiş, o dönemde dahi ilişkilerimizin geliştirilmesine özen gösterilmiştir. Bir bakıma “Biz burada can derdindeyiz.” denilmemiş, daha o günlerde kurulacak yeni cumhuriyetimizin uluslararası arenadaki öncelikleri ve hedefleri üzerine yoğunlaşılmış ve Türk dünyası gerçeği üzerinde durulmuştur. Hatta, yine, 1900’lü yılların başında Enver Paşa’yla Özbekistan'ın hürriyet mücadelesine verilen destek, uzak coğrafyalarda yaşasak da aynı inanç, azim ve ülkü etrafında kenetlendiğimiz tüm dünyaya gösterilmiştir. Tam da bu noktada Gazi Meclisimizin dikkatine 1921 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinin Buhara Halk Cumhuriyeti’yle geliştirmeye koyulduğu ve büyük önem verdiği ancak aradan geçen yıllar sebebiyle giderek unutulan bir hakikati arz etmek istiyorum: 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulurken 6 Ekim 1920'de Buhara Halk Cumhuriyeti ilan edilmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulduğunda Batı Türkistan coğrafyasında Sovyet etkisi de artmış, geleneksel yönetimlere son verilmesi için yürütülen faaliyetler yoğunlaşmıştı. Bunlardan bir tanesi de Buhara Hanlığıydı. Bu hanlığın son hükümdarı Alim Han’ı devirmek için 1917 Martında başlayan girişimler 6 Ekim 1920'de başarıya ulaştı. Ardından Taşkent’te toplanan 1’inci Halk Kongresi tarafından Buhara Halk Cumhuriyeti ilan edildi. Zaman içerisinde ise bu yapı “Buhara Millî Devleti” adını aldı. Resmî dil olarak en başta Türkçe kabul edildi.

MHPli Karakaya: 19 Mayıs emperyalizme diz çökmeyen şuurun tecellisidir MHPli Karakaya: 19 Mayıs emperyalizme diz çökmeyen şuurun tecellisidir

Bunun yanı sıra, Taşkent’te Sovyetlerce oluşturulan Türkistan cephesi askerî yönetimine bağlanma yönündeki baskılara da direniş gösterildi. Daha da önemlisi, yeni ordu teşkili ve askerlerin eğitimi konusu Birinci Dünya Savaşı sırasında Ruslara esir düşüp esaret sonrası bölgede yaşamakta olan Osmanlı subaylarına havale edildi. Aynı şekilde, Sovyet kontrolünden bağımsız harbiye, polis ve öğretmen okulları açılarak başlarına yine Türk subaylar tayin edildi. Böylece, ilkokullardan Darülmuallimine kadar eğitim, büyük ölçüde Anadolu'dan gelen Türklerin kontrolüne bırakılmış oldu. Türk subaylara yönetimde de etkili konumlar verildi. Öyle ki Harbiye Bakanlığı ile Buhara Askerî Kuvvetlerinin Başkanlığına Türk subaylar getirildi. 1922 yılında dönemin Genelkurmay Başkanı Mareşalimiz Fevzi Çakmak Paşa’ya gönderilen bir raporda da bu gerçek açık bir şekilde ifade edilmektedir. Söz konusu dönemde kendileri de Buhara yönetiminde önemli görevler üstlenmiş olan 5 subayımızın ortaklaşa hazırladıkları raporu göre, Buhara’daki nazırlara da her hususta danışmanlık yapılmış ve Buhara Hükûmeti Türk subaylar tarafından tamamıyla etki altına alınmıştır.

Anadolu Hükûmeti de daha ilk günlerden itibaren Türkistan bölgesindeki siyasal gelişmelerle ilgilenmiş, özel görevlerle gönderilen kişilerin verdikleri bilgiler, esaret sonrası orada bulunan subaylarımızın gönderdiği raporlar ve gayriresmî temaslar yoluyla tüm bölgenin nabzı anlık olarak tutulmaya çalışılmıştır. Öncelikle Mustafa Kemal’in Orta Asya'ya kişisel bir ilgisinin bulunduğunu, bu coğrafyaya anayurt gözüyle baktığını ve bu iki Türk coğrafyası arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesinin önemine hayatı pahasına inandığını belirtmemiz gerekir. 11 Ekim 1920'de Moskova Büyükelçiliğine atanan Ali Fuat Cebesoy’un refakatine Atatürk'ün teklifi ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayı ile 4 kişilik bir “Heyet-i İlmiye” dâhil edilmişti. Heyette Tevfik Rüştü Aras, Besim Atalay ve Mehmet Fuat Carım’ın yanı sıra, Burdur Mebusu Soysallı oğlu İsmail Suphi Beyler de bulunuyordu. Heyetin görünürdeki görevi Rusya'daki yeni rejimi incelemekti. Ancak asıl görevlerinin başka olduğu “Heyet-i İlmiye” adının bu asli görevin mahiyetini gizlemek ve saklamak için konulduğu da net bir şekilde görülmektedir. Nitekim, Atatürk 1920 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan gizli celsede bunu açıkça ifade etmiştir. İşte, bu gizli oturumda yaptığı konuşmasında Ulu Önder’imiz Atatürk'ün şu sözlerine lütfen dikkat buyurunuz. “Rusya’da ve Rusya’yla temasta namütenahi İslâm kütleleri olduğundan bu İslâm kütleleri içinde bizim ifa edebileceğimiz birtakım hususî, mahrem ve fevkalâde vazaifimiz vardır. Bittabi bu vazaifin mahiyeti ilân edilerek oraya memur, heyet gönderilemez. Sırf bu vazaifi mahsusayı ifa ettirebilmek, takip ettirebilmek, icabında izhar edilebilmek üzere sefaretin kadrosuna heyeti ilmiye namiyle bir heyet ilâve edilmiştir. Heyeti ilmiye denildiği zaman manasından istidlal edildiği gibi, orada yalnız tetkikatı ilmiye yapacak değildir. İfade ettiğim gibi vazaifi mahsusa ifa edecektir.” Ve Atatürk’ün bu sözlerinden sonra oluşturulan heyet önce Moskova'ya, ardından da bugünkü Özbekistan’a geçerek kendilerine verilen gizli ve özel görevlilerini orada sürdürüp tekrar Türkiye'ye dönmüştür. Bu da demek oluyor ki bugünlerde resmî politikamız hâline gelen Türk dünyası gerçeği çok daha önceden fikrî temelleri atılan ve eylem birliğin ilk uygulamalarını içeren bir mahiyette süregelmiştir. Tarih hızla akıp gitse de zaman eski yüzleri silip yenilerini yerine koysa da kan yine aynı kan olmuş, Türklüğün yükselen güneşi tüm karanlıkları söküp altmıştır. İşte bu yüzden Özbekistan başta olmak üzere Türk dünyasıyla geliştirdiğimiz münasebetlerimizde resmî konuma erişen Türk Devletler Teşkilatının stratejik hedefleri bu yüzyılda mutlaka amacına ulaşacaktır çünkü Türk dünyası hakikatinin ardında kurucu atalarımızın büyük ülküleri vardır, şehitlerimiz vardır, dualar vardır, azim vardır, kararlılık vardır, Türklüğün yüksek vasfı ve idealleri vardır, elbette yükselen ama bir daha inmeyecek bayrak vardır. (MHP sıralarından alkışlar) Türklüğün yüksek ideal ve karakteriyle yüz yılı aşkın hedefimize inşallah bu yüzyılda erişme sorumluluğu ise sadece Hükûmetimizin değil, bu ideallere sıkı sıkıya bağlı olan başta bu Gazi Meclisimizi şereflendiren milletvekillerimiz olmak üzere tüm vatan evlatlarınındır. Bu sebeple, Hükûmetimizin yine Özbekistan başta olmak üzere Türk dünyası ülkeleriyle geliştirdiği ve geliştireceği tüm program ve politikalara Milliyetçi Hareket Partisi olarak desteğimiz tamdır. Bu şartlar altında zengin enerji ve yer altı kaynakları potansiyelinin yanında, dinamik nüfusunun sağladığı katkıyla, doğu-batı arasındaki her bir sahaya erişme imkânıyla, Türk devletlerinin önünde bulunan fırsat müşterek çabaların sürmesi hâlinde 21’inci yüzyılı kökten şekillendirecek koşulların merkezinin de Türklüğün hâkim olduğu coğrafyadan geçtiğini açıkça göstermektedir. Zengezur Koridoru’nun hayata geçmesiyle fiziki olarak birbirine bağlanacak olan Türk dünyası 21’inci yüzyılda başta enerji ve ticaretin sürekliliği olmak üzere dünyanın en stratejik bölgesi olarak önemini daha da fazla artıracaktır.

Diğer yandan, Türkiye olarak komşumuz Irak’la beraber Basra Körfezi’ne açılarak aynı anda Karadeniz’i ve Akdeniz’i birbirine bağlayacak, böylelikle Körfez’le beraber Güneydoğu Asya’ya da uzanacak Kalkınma Yolu Projesi Anadolu üzerinden Orta Doğu’nun Avrupa’ya açılan kapısı olacaktır. Anadolu’yu merkez alarak aynı anda Avrupa, Afrika ve Asya’da her denklem ve gelişmenin ana unsuru olarak yönlendirici bir etkiyle barış ve istikrarın tesis edicisi ve koruyucusu olmak Türkiye Cumhuriyeti’nin millî hedeflerinin somut neticesi olarak değerlendirilmelidir. Bu amaç üzerine inşa ettiğimiz ve edeceğimiz politikalarımız da Türk ve Türkiye Yüzyılı’nın inşallah temelleri olacaktır. İşte, bu gerekçelerle gündemimizde bulunan anlaşmaların tamamına Milliyetçi Hareket Partisi olarak olumlu yönde oy vereceğimizi ben de ifade ediyor, Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.